Kuantum Alan Kuramı – İlk adım
İnsanoğlu
her zaman sınırlarını zorlamayı sevmiş, yeni olanaklara hep bu sınırların
ötesinde kavuşmuştur. Amerika’nın keşfinden aya uzay aracı göndermeye kadar
ufuk ötesine atılan her adım yepyeni dünyalara kapı aralamıştır. İnsanı farklı
yapan da galiba hep “ötesini merak etme hissi” olsa gerek.
Fizikçileri
bir adım ileri taşıyan, tıkandıkları yerden bambaşka keşif alanlarına ulaştıran
da hep bu sınırları zorlama inadı oldu. Zamanının en önemli bilim adamlarından
olan Lord Kelvin 76 yaşındayken 1900’de yaptığı bir konuşmada aynen şunu
demişti: “Artık fizikte keşfedecek yeni bir şey kalmadı. Geriye kalan sadece
daha kesin hesaplanacak ölçümlerdir.”(1) Halbuki aynı yıl Planck, yaptığı meşhur konuşmada
elektromanyetik enerjinin ancak kuantize olarak yayımlanabildiğini
bildirmesiyle kuantum devrimini başlatmıştı.(2)
Kelvin, elektromanyetizma ve termodinamik
araştırmalarının egemen olduğu 1800’lü yılların fizikçisiydi. Bu alanlardaki
olağanüstü gelişmeler Kelvin’e böyle söyletmiş olabilir. Ancak takip eden
yıllarda yeni nesil bilim insanları, fiziği bambaşka bir sahaya çektiler. Bir
yanda Rutherford gibi muhteşem deneyciler, bir yanda Einstein, Schrödinger, de
Broglie ekolü, bir yanda başlarını Bohr ve Heisenberg’in çektiği Kopenhag okulu
fizikte baş döndürücü gelişmelere imza attılar ve bugün kuantum fiziği
dediğimiz, atomik boyutlarda geçerli olan kanunları aydınlattılar.
Kuantum
fiziği maddenin ne olduğu hakkındaki düşüncelerimizi derinden etkileyen bir
bilim alanı oldu. Einstein aynı yıllarda bizim uzay-zaman algımızı kökten
sarsacak başka bir alan üzerine de çalışmalar yapıyordu. O güne kadar Lorentz
ve Poincare’nin bir takım çalışmalarını yeniden yorumlayarak, uzay-zamanın
göreceli yapısını gözler önüne serdi. Lorentz ve Poincare, değişmez, mutlak bir
zaman anlayışına ve mitsel bir kavram olan, tüm uzayı doldurduğuna inandıkları
esir maddesine sıkı sıkıya bağlıydılar. Einstein onların çalışmalarını
devrimsel bir bakış açısıyla ele alarak, zamanın da, uzayın da referans
sistemlerine duyarlı, göreceli kavramlar olduğunu gösterdi.(3) Bugün
özel görecelik olarak bildiğimiz bu kuram, ışık hızına yakın hızlarda hareket
eden cisimlerin davranışlarını tanımlıyor.
Newton
mekaniği olarak adlandırdığımız fizik, makroskopik sistemlerin görece yavaş
hızlardaki davranışlarını tanımlamakta gayet başarılı, eski bir disiplindir.
Eski olduğunu söylerken modası geçmiş ve işe yaramaz olduğunu kastetmiyorum.
İnsanoğlu uzay yolculukları yapabiliyor, yörüngelere uydular
yerleştirebiliyorsa bu Newton mekaniği sayesindedir. Ancak Newton mekaniğinin
sınırları vardır ve bu sınırlar zorlandığı anlarda yeni fizik alanları
doğmuştur. Örneğin, mikroskobik boyutlarda Newton mekaniği aciz kalmakta,
devreye kuantum mekaniği girmektedir. Benzer şekilde, ışık hızına yakın yüksek
hızlarda Newton mekaniği yine sonuç vermez; burada da Einstein’ın özel
görecelik kuramı devreye girer. Fakat bu yeni disiplinlerin de yetersiz kaldığı
bir dördüncü alan vardır. Işık hızlarına yakın hızlarda hareket eden atom altı
parçacıkları anlamak için kuantum mekaniği ve özel görecelik kuramının beraber
çalıştığı yepyeni bir alan.
Görecelik
kuramıyla kuantum fiziğini birlikte ilk formülize eden kişi İngilizlerin dâhi
çocuğu Paul Dirac oldu. Dirac, 1927'de yayımladığı “Radyasyon Yayımı ve Soğuruluşunun
Kuantum Kuramı”(4) adlı çalışmada, kuantum mekaniğinin kesikli doğasını
fiziksel ‘alanlara’ uygulamanın bir yöntemini geliştirmişti. Elektromanyetik
alanın kuantize edilmesiyle fotonların nasıl göründüğünün teorik bir tarifini
yaptı. Böylece “kuantum alan kuramı” denilen yepyeni bir araştırma alanının
temelleri atılmış oldu.
Kuantum
fiziği denilince Schrödinger denklemi, Einstein denince de meşhur E=mc2 formülü
akla gelir. Dirac denklemi olarak bilinen denklem ise işte bu iki karakteristik
denklemin birleştirilmesinden oluşur. (Schrödinger bunu Dirac’tan önce
denemesine rağmen, negatif olasılıklar gibi absürtlüklerle karşılaşınca
vazgeçmişti). Dirac denklemi göreceli hızlarda hareket eden bir elektronun
davranışını tanımlıyordu. Dirac denkleminin çözümü o gün için bilim insanlarının
dahi kolay kolay kabul edemeyecekleri sonuçlar doğurdu. Çünkü denklemin bir
değil, iki çözümü vardı. Tıpkı x2=1 denkleminin iki çözümü olduğu
gibi (x=1 ve x= -1)… Bu denklemin çözümü de pozitif enerjili bir elektron ve
negatif enerjili bir elektron sonucunu veriyordu. Ama enerjinin negatif olması
diye bir şey söz konusu olmamalıydı. Dirac tam da bu noktada bir öngörüyle
durumu kurtardı. Dirac’a göre negatif enerjili çözüm, aslında elektronla
tıpatıp aynı özelliklere sahip, ancak eksi değil, artı yüklü bir anti-elektrona
ait çözümdü.(5) Dirac’ın bu öngörüsünün hemen ardından tam da tarif
ettiği gibi artı yüklü bir elektron gözlemlendi ve 1933’te Dirac Nobel fizik
ödülüne layık görüldü. Tüm parçacıkların doğada o güne kadar gözlemlenmeyen bir
ikizinin olduğu sonucu inanılmazdı. Antiparçacık olarak adlandırılan bu yeni
parçacık dünyası, günümüzde laboratuar ortamlarında oluşturulabiliyor.
Kuantum
alan kuramı, kuantum fiziğinin özel görecelik kuramıyla uyumlu hale
getirilmesinden başka bir şey değilse de, kuantum fiziği ile kuantum alan
kuramı arasında çok ciddi farklar açığa çıkar. Bu farkları anlamak için kısaca,
temelinde Schrödinger denklemi olan kuantum fiziğine bakalım.
Schrödinger
denklemi belirli sayıda parçacık
için yazılır ve bu belirli parçacıklar
tüm süreç boyunca aynı parçacık kimliğini taşırlar. Var olan parçacık ne ise,
tüm işlem onunla ilgili olarak devam eder, yani parçacık sayısı ve türü
korunur. Denklemde kullanılan fonksiyon, uzaya dağılmış bir dalga fonksiyonudur. Bu dalga fonksiyonu
“olasılık dalga fonksiyonu” olarak adlandırılır ve adı üstünde, parçacığın
hangi konumda ne olasılıkta
bulunabileceği hakkında bilgi verir.
E=mc2
formülüyle kimliğini bulan özel görecelik kuramı ise, enerjinin kütleye
dönüşebileceğini, kütlenin de enerjiye dönüşebileceğini ifade eder. Yani
yeterli miktarda enerji varsa parçacık yaratılabilir veya var olan parçacığın
yok edilebilir.
Kuantum
alan kuramına gelince: eğer ortamda yeteri kadar enerji mevcutsa, boşluktan
parçacık çiftleri yaratılması veya tam tersi, parçacık çiftlerinin birbirlerini
yok ederek saf enerjiye dönüşmeleri mümkündür. Dolayısıyla kuantum fiziğinden
farklı olarak, parçacık sayısı sabit değildir. Bunun dışında, sözgelimi,
elektron çiftlerini yok edip proton çiftleri yaratmak da mümkündür. Yani
kuantum alanının ilgi alanındaki süreçlerde parçacık türleri de sabit değildir,
değişebilir.
Daha
önce Dirac denkleminde bahsettiğimiz antiparçacık kavramını hatırlayalım.
Kuantum alan kuramında yaratılan veya yok edilen parçacıklar hep parçacık – antiparçacık
çiftleri halindedirler. Örneğin saf enerji olan ışıktan bir elektron yaratıldıysa,
eş zamanlı olarak bir de pozitron yaratılmış demektir. Birinin yükü artı,
diğerinin yükü eksi olduğu için toplam yük sıfırdır. Dolayısıyla parçacık çifti
yaratılmadan önce de yük sıfır olduğu için yükün korunumu kanunu ihlal
edilmemiş olur.
Kuantum
alan kuramında denklemler içinde olasılık fonksiyonları kullanılmaz. Bunun
yerine alanlar kullanılır. Her bir parçacığın temsil edildiği bir alan vardır.
Bu alanların etkileşimleriyle yeni parçacıklar yaratılır veya yok edilir. Alan
kavramını örneklerle somutlaştırmak için; bir odanın içindeki sıcaklık
dağılımını düşünelim. Kalorifer gibi bir ısı kaynağı civarında sıcaklık fazla
iken, ısı kaynağından uzaklaştıkça sıcaklık konuma bağlı olarak azalacaktır. Bu
odanın her bir noktasındaki sıcaklık değerini ölçebiliriz. Çıkan değerleri 3
boyutlu bir fonksiyon olarak yazmak pekâlâ mümkündür. Bu fonksiyona odanın
sıcaklık dağılımı veya “sıcaklık alanı” ismini verelim. Bu odadaki her bir
noktada “manyetik alanı” ölçerek benzer bir matematiksel ifade elde edebiliriz.
Örnekleri elektrik alan, yerçekimi alanı vb. şekilde çoğaltmak mümkündür. İşte
kuantum alan kuramında, parçacıkları temsil etmek için bu alan kavramını
kullanırız. Uzayı dolduran elektron alanı, kuark alanı, Higgs alanı vb.
fonksiyonlardır bunlar. Fizikçiler bu alanların birbirleriyle etkileşimini
inceler. Örnek vermek gerekirse: Elektronlar foton alanıyla etkileşime
girdiğinde elektromanyetik özellikler gösterir, Higgs alanıyla etkileşime
girdiğinde ise kütle kazanır.
Günümüzün
en etkili fizikçilerinden biri olan Edward Witten, bir söyleşisinde kuantum
alan kuramının modern fizikteki açık ara en zor kuram olduğunu belirtir.(6)
Tek bir yazıda sayısız dâhinin asırlık emeklerinin ürünü olan bu harika kuramı
anlatmak elbette mümkün değil. Ancak hiç olmazsa bu yazıyla geleceğin bilim
insanlarının zihninde konuyla ilgili bir merak uyandırmak ve mümkünse bir tat
bırakmak amaçlandı.
1. http://scienceworld.wolfram.com/biography/Kelvin.html
2. J. Strickland, Weird Scientists – the
Creators of Quantum Physics, Lulu.com, 2011
3. J. Reignier, The Birth of Special
Relativity; http://arxiv.org/pdf/physics/0008229.pdf
4. P.A.M. Dirac, The Quantum Theory of the
Emission and Absorption of Radiation, Proc. Roy. Soc., A114, 243 (1927);
http://hermes.ffn.ub.es/luisnavarro/nuevo_maletin/Dirac_QED_1927.pdf
5. http://timeline.web.cern.ch/events/diracs-equation-predicts-antiparticles
6. https://www.youtube.com/watch?v=zPganhQDnzM&t=2m22s
Yorumlar
Yorum Gönder