Kayıtlar

Metalik Hidrojen

En mütevazı kimyasal element olan Hidrojen, Dünyadaki en iyi elektrik ileten malzeme olabilir. Şimdi fizikçiler bu hedefe odaklandılar. İlk bakışta, Hidrojen atomu neredeyse can sıkıcı bir sadeliğe bürünmüş gibi duruyor: Hidrojen dedişimiz şey yalnızca bir proton ve bir elektron - hepsi bu. Ancak sadelik, benzeri görülmemiş bir çeşitliliğe de kapı aralar. Hidrojen atomu yıldızlardan nebulalara, sudan DNA’nın yapısına kadar hemen tüm önemli bileşiklerin içinde bulunur. Şimdiye kadar, hidrojenin en büyük hüneri sadece kuramsal olarak biliniyordu. Hidrojen moleküllerinden oluşan bir gazı yeterince güçlü bir şekilde sıkıştırırsanız, er ya da geç atomlar yeni bir form içinde düzenlenir ve katı bir gövde oluşturur. Bu, elektronların serbest hareket etmesine neden olabilir. Dolayısıyla, bu, mütevazı maddeyi bir elektrik iletkenine dönüştürür. En azından 1935'ten bu yana kuramsal olarak çalışılan bu soru, pek çok araştırmacı tarafından Nobel Ödülü kıymetinde görülüyor: Hidr

Nasıl Kötü Bir Kuramsal Fizikçi Olunur?*

Kötü bir kuramsal fizikçi olmak, iyi olmaktan çok daha kolaydır. Bu konuda başarılı(!) olmuş pek çok insan tanıyorum. Not: Hemen endişelenme. Eğer kuramlarınla ya da yöntemlerinle tam olarak hemfikir değilsem, bu tek başına senin kötü bir kuramcı olduğunu göstermez. Hâlâ harika keşifler yapabilir, hatta şanslıysan bir Nobel Ödülü kazanabilirsin. Kötü kuramcıların yanı sıra, iyi olanlar da hata yapar. Bilim, insanların hata yapmalarına 'rağmen' ilerler. Fizikçiler olarak, tümüyle doğru olmayan kuramlar üretiyoruz, hayal edebildiğimiz her tuhaf yöntemle onları test ediyoruz. Sonunda, hataları bertaraf etmeyi ve muhteşem yeni bilgiler edinmeyi başarıyoruz. İyi bir kuramcı ve kötü olan arasındaki fark, iyi kuramcıların genellikle kendi kuramlarının eksikliklerini ilk tespit eden kişi olmalarıdır. İyi fizikçiler, eğer iddia ettikleri kuram düzeltilemeyecek kadar hatalıysa, bir kuramı çöpe atmaktan asla korkmazlar. Öğrenciliğimizde fiziği öğrenirken, hepimizin büyük keşifler yapm

Elektromanyetik Kuram - 1

Elektromanyetizmanın Öyküsü: İlk Kıvılcım Bu öykü, başlangıcı eski çağlara kadar uzanan, doğanın asırlarca karanlıkta saklanmış gizemli yüzünün aydınlatılmasının öyküsüdür. Evren denen kozmik ağacın en güzel meyvesi olan yaşamı en derinden etkileyen, hatta yaşamlarımızı borçlu olduğumuz elektromanyetik kuvvetin öyküsü… Üstelik bu kuvvet tüm fiziksel kavramlar arasında hakkında en çok şey bildiğimiz, en kolay kontrol ettiğimiz ve modern çağın şekillenmesinde en etkili olan bilimsel olgu. Milattan öncesine kadar giden uzun bir dönem boyunca Yunanlar kehribarın bir kumaş parçasına sürtünmesiyle küçük nesneleri çekme yeteneği kazandığını biliyordu. Bunun nedeni yüzlerce yıl bir sır olarak kaldı. 1600’lerde William Gilbert kehribar anlamına gelen Yunanca ἤλεκτρον (elektron) sözcüğünden esinlenerek “elektrik” sözcüğünü üretmişti. 1700’lere gelindiğinde ise statik elektrik üreten basit aletler ile gösteriler yapan sokak illüzyonistleri türemişti. Kıvılcımlar oluşturuyor, hafif cisimler

Kütleçekiminin Öyküsü - 4

Kütlenin Gizemi Doğa, kendisini sabırla dinlemeyi bilenlere sırlarını cömertçe sunmaktan çekinmez. Bugün doğa olaylarının ardındaki gizemleri bir bir çözüp teknolojimize yansıtabiliyorsak, bunu sabırla doğaya kulak veren, yaşamını doğa yasalarını anlamaya adayan bilim insanlarına borçluyuz. Bu doğal gizemlerden belki de en etkileyicisi, evreni şekillendiren kütleçekim kuvveti ve kütle kavramının bizatihi kendisi. Önceki yazılarda kütleçekiminin serüvenini Batlamyus’un Dünya merkezli evreninden başlayarak Einstein’ın genel görelilik kuramına kadar ele almıştık. Tüm bu öykünün sonunda bir sorunun cevabı henüz verilmemişti: Evreni eğip büken, tüm hareket yasalarını belirleyen en birincil etken olan “kütle” nedir? Bu sorunun doğurduğu sorular ise problemin ne kadar karmaşık olduğuna dair ipucu verir nitelikte: Cisimlerin kütlesinin kaynağı nedir? Maddeyi oluşturan temel parçacıkların kütleleri neden farklı değerlerde? Sözgelimi tüm fiziksel özelliklerinin aynı olmasına rağmen elektron

Kütleçekiminin Öyküsü - 3

Resim
İnsanlık tarihi aniden ortaya çıkan ve bir solukta her şeyi değiştiren dehalarla doludur. Bilim tarihi de işte bu dehaların kendini göstermesiyle sıçramalar yaşadı. Bu dehaların en dikkat çekenlerinden birisi ile aynı yüzyılı paylaştık: Albert Einstein. Daha 30’lu yaşlarında zihninde yoğurduğu evren betimi ile tüm insanlığın doğayı algılama biçimini derinden etkiledi. Bugün, tarihe bıraktığı en büyük iz olan özel görelilik kuramını ilan edişinin yüzüncü yılını geride bırakıyoruz. Tüm bu zamanda tam yüz yıldır Einstein’ın doğayı okumada kullandığı son derece radikal ve sarsıcı bakış açısına hayranlığımız hiç azalmadı. Genel Görelilik Kuramı Bir Asrı Aydınlatırken... Einstein’ın öyküsüne Principia ile başlamak gerekir. 1687’de bu kitap yayımlandığından beri Newton yasalarıyla evreni şekillendiren biricik etkinin kütleçekimi olduğunu biliyoruz. Ayrıca kitap cisimlerin hareketini de tanımlayarak kütle, kuvvet ve ivme arasındaki ilişkiyi de formülleştiriyor. Ancak Newton’un küt

Kütleçekiminin Öyküsü - 2

Resim
Bir önceki yazıda, Newton'un olağanüstü matematiksel sezgisi ile insanlığın kütleçekimine ve cisimlerin hareketine yönelik asırlık deneyimlerini nasıl bir potada erittiğini ve Newton'a gelene kadar kütleçekimi ve cisimlerin hareketi üzerine ortaya konan fikirleri özetlemiştik. Bu yazıda kütleçekimi serüveninin, Einstein'ın genel görelilik kuramına uzanan kısmını ele alacağız. Newton, Principia adlı eseriyle sağlam kuramsal temeller üzerine harika bir çatı kurdu. Kullanılan terminolojiden gerekli cebirsel yöntemlere kadar fizik namına ne varsa, Newton tüm bunların birincil kaynağı haline gelmişti. Fizikçilerin çok iyi bildiği Louis Lagrange, 1780’lerde Newton’un kullandığı matematiksel dili genişletti ve daha genel bir formülasyon ile Newton fiziğini yeniden yorumladı. Fiziksel değişkenlerin sonsuz küçük adımlara bölünmesiyle oluşturulan diferansiyel denklemler, Lagrange’ın çalışmalarının odağında yer aldı. 50 yıl sonra, gelişen ihtiyaçlar doğrultusunda Hamilton yeni bi

Kütleçekimin Öyküsü - 1

Resim
Doğduğumuz günden beri her an şahit olduğumuz doğal olayları öyle kanıksarız ki, olayların perde arkasında söz sahibi olan doğa yasalarını irdelemek çoğu insanın aklına gelmez. Buna en güzel örnek yerçekimidir. Norveçli yazar Jostein Gaarder’ın yazdığı Sofie’nin Dünyası’nda vurgulandığı gibi, kahvaltı masasındaki bir bebek, annesi mutfak tezgâhında arkası dönük çalışırken, babasının havalanıp uçtuğunu görse bakışlarındaki şaşkınlıkta bir artış olmaz. Çünkü zaten her şey o bebek için acayiptir, yenidir ve ilginçtir. Ancak anne arkasını dönüp de kocasını havada görürse şaşkınlıktan çığlık atacaktır. Çünkü o güne kadar yerçekimine aykırı davranan hiçbir şey görmemiştir. İşte yerçekimi bu kadar benimsediğimiz bir doğa olayıdır. Bununla beraber cisimleri yere doğru çeken bu kuvvetin ne olduğunu araştırmaya kalkan cesur dehalara tarihte nadiren rastlanır. Antik Güneş Sistemi Modelleri Bugün gök cisimlerinin hareketinde etkin kuvvetin kütleçekimi olduğunu biliyoruz. Gezegenlerin, uydul