Herkes için Kuantum Elektrodinamiği -2
Feynman Diagramları ve Vakum Etkileşmeleri
20. yüzyılın
başlarında geliştirilen kuantum mekaniği, şaşırtıcı sonuçlar
doğurmakla birlikte, fotonun ve ışık hızına yakın
parçacıkların davranışı hakkında öngörüde bulunamıyordu.
Problem, kuantum mekaniği ile Einstein'ın özel izafiyet teorisinin
birleştirilmesindeydi.
"Özel izafiyet teorisi" (relativite) yüksek hızlarda ve
ışık hızında hareket eden cisimlerin uzay-zamandaki
davranışlarını güzelce tasvir eden bir modeldi. Bu teoriye göre farklı hızlarda hareket eden iki farklı referans sistemi için zaman ve mekan tamamen farklı davranıyordu. Mesela çok hızlı hareket eden bir uzay gemisindeki birine dünyadan baktığımız zaman, uzay gemisindeki zamanın bize göre daha yavaş ilerlediğini görürüz. Uzay gemisinin boyutlarını olduğundan daha kısa görürüz. Dünyadaki iki farklı yerdeki gözlemciler için eşzamanlı gerçekleşen bir olayın, farklı referans sistemlerinden bakıldığında farklı zamanlarda gerçekleştiği görülür.
Kuantum
mekaniği ise çok küçük boyutlardaki parçacıkların
alışageldiğimiz sağduyumuza aykırı davranışlarını tasvir
ediyor, şaşırtıcı sonuçlar doğuruyordu. Bilinen Newton
mekaniğinde olduğu gibi maddenin hareketi ve konumu hakkında kesin
bilgiler vermek yerine, kuantum mekaniği “olasılıklardan”
bahsediyor, bir olayı bir belirsizlik dahilinde tahmin
edebileceğimizi, ancak nihai bir kesin sonuca ulaşamayacağımızı
söylüyordu. Matematiksel kesinliğin uygulama alanı ve şaşmaz
doğrulukların bilimi olan fizik, bir anda istatistiksel hesapların
elinde, tahminlerin ve ihtimallerin çocuğu oluvermişti. Fakat doğa
bu şekilde işliyordu ve kuantum mekaniğine direnmek yerine onu
kabullenip fiziğin tüm alanlarını bu yeni teoriye uyarlamak
gerekiyordu.
20. yüzyıl insanlığa
tam bir baş ağrısı hediyesiyle birlikte geliverdi. Fiziğin yeni
meydan okuması buydu: elektromanyetik alan teorisi, özel izafiyet
teorisi ve kuantum mekaniği teorisinin tek çatı altında
toplanması. Tüm bu teorilerin kesişiminde bulunan “yüksek hızla
hareket eden relativistik parçacıklar ve foton”un davranışlarını
net biçimde ortaya koyacak bir “relativistik kuantum teorisine”
ihtiyaç vardı.
Kuantum teorisi ile
relativiteyi ilk formülize eden kişi, İngilizlerin Newton'dan
sonra en büyük dahisi olarak kabul edilen Paul Dirac oldu.
Elekrtomanyetik alanın kuantizasyonunu, parçacıkların yaratma –
yok etme operatörlerini tanımlayarak, harmonik salınıcılarla
açıklamıştı. Böylece elektrmanyetik radyasyon ve maddenin
etkileşiminin nasıl olduğuna dair sır perdesi aralanmaya başladı.
Kuantum mekaniği, atomik
spektrumları açıklamak için, elektronların bir enerji seviyesinden
diğerine geçerken bir foton absorbe ettiğini (veya yaydığını)
bir önkabul olarak ele aldı. Dolayısıyla erken dönem kuantum
mekaniği madde ile fotonun etkileşimini konu alan bir teoriydi,
ancak fotonu tüm yönleriyle tanımlamaya yönelik bir önerisi
yoktu.
Bu problemi aşmak için
küçük bir fizikçi grubu, kuantum mekaniğini
elektromanyetik alanlara da uygulamak için kolları sıvadı. Born,
Heisenberg ve Jordan'ın 1926'da öncülük ettiği bu grubun temel
argümanları, elektrik ve manyetik alanın da tıpkı kuantum
mekaniksel konum ve momentum gibi matrislerle temsil edilmesi
gerekliliğiydi. Dirac, 1927'de yayımladığı “Radyasyon Emisyonu
ve Absorbsiyonunun Kuantum Teorisi” adlı çalışmada, kuantum
mekaniğinin parçacıkların fiziksel nicelikleri için tarif
ettiği süreksiz (kesikli) yapıyı alanlara uygulamanın
sistematik bir yöntemini bulmuştu. Harmonik salınıcıların
kuantum mekaniksel tasvirini kullanarak, elektromanyetik alanın
kuantize edilmesiyle fotonların nasıl göründüğünün teorik bir
tarifini yapmıştı. Böylece kuantum alan teorisinin
de temelleri atılmış oldu.
Kuantum alan teorisi,
uzayı dolduran elekrik, manyetik alan gibi alanların "kuantize
edilmesiyle" parçacıklı yapılarının ortaya çıkmasını ifade
eder. Yani bir alan, bir maddeyle etkileşime girerse, o alanın
temsil edildiği bir parçacık yaratılır. Mesela, elektromanyetik
alan bir objektif ile etkileşime girdiğinde objektifte
elektromanyetik alan kendisini foton olarak gösterir. Aynı şey
elektron gibi parçacıklarda da geçerlidir. Biz bir elektronu bir
levhaya gönderdiğimizde elektron dalga yapısına sahip bir alan
gibi davranır. Ama elektron levhaya çarptığında bir parçacık
olarak etkileşime girer. Kısacası, alanlar gözlemlendiği
(etkileşime girdiği) ana kadar alan, gözlemlendikleri anda ise
parçacıktır.
Alan ---> Kuantize
edilen alan ---> parçacık
(Uzayı dolduran) ---> (etkileşim süreci) ---> (gözlemlenen)
Kuantum elektrodinamiği
iki sütun üzerine bina edilmişti. Birincisi, elektromanyetik
alanın kuantize edilmiş hali olan fotonlarla ilgiliydi. İkincisi ise elektronun
relativistik teorisiydi ki bu, Dirac denkleminin bel kemiğini
oluşturur zaten.
Foton ve elektronların
etkileşimini matematiksel olarak anlamak için pertürbasyon
yöntemleri kullanılır. Pertürbasyon teorisi, tam çözümü
olmayan bir problemin, bu probleme benzer başka bir problemden yola
çıkarak yaklaşık çözümler elde etmek için matematiksel
yöntemler aranmasından ibarettir. Kesin çözümü olan bir
probleme, küçük bir terim ekleyerek çözülmek
istenen asıl probleme benzer bir yapı elde edilebiliyorsa,
pertürbasyon teorisi kullanılabilir.
Elimizde bir problemin
kesin bir çözümü olan K ifadesi olsun. Çözümünü aradığımız
problem de P olsun. K'ya küçük parametreler (ei)
ekleyerek aradığımız çözüme yaklaşabileceğimiz durumlar
vardır: K kesin çözümüne küçük bir terim ekleyerek K'yı
pertürbe ederiz. Daha sonra bu küçük sapmanın miktarı
kullanılarak kuvvet serisi terimlerine açarız.
P = K + e1 K1
+ e2 K2 +...
Genelde eklenen terimler
arttıkça, katkıları da o mertebede azalır. Dolayısıyla en
büyük katkıyı e1 terimi sağlar. Diğer yüksek
mertebeli terimlerin katkıları giderek küçüldüğü için belli
bir noktada ihmal edilirler ve hesaplanmazlar.
Kuantum
elektrodinamiğinin formülasyonunda da pertürbasyon yöntemine
başvurmak gerekti. Fakat burada fizikçileri uzun süre meşgul
edecek tam bir baş belası problemle karşılaşıldı. Pertürbasyon
metoduyla sadece birinci mertebenin çözümü elde edilebiliyordu.
Üst mertebeli katkıların matematiksel ifadeleri küçülmek bir
yana, sonsuza ıraksayan integraller ile doluydu. Giderek küçülmesi
gereken katkılar, sonsuz değerler olarak ortaya çıkıyordu.
Fiziksel gerçeklikle hiç de uygun olmayan bu durumun, özel
izafiyet ile kuantum mekaniği arasındaki bir uyumsuzluktan doğduğu
düşünülerek çözümsüz olarak kaldı.
Fakat çok geçmeden, bu
sonsuz katkı veren integralleri halının altına süpürmenin bir
yöntemi bulundu. Renormalizasyon denilen bu yöntemle, sonsuz
katkılı terimler, fiziksel değerlerden ayıklanarak doğru
hesaplamalar yapılabildi.
Özetle, kuantum alan
teorisinde elektromanyetik alan kuantaları olan, diğer bir deyişle
ışık taşıyıcısı parçacıklar olan fotonlar, elektronlar
tarafından absorbe edilebiliyor, ve yayımlanabiliyordu. Elektromanyetik alanla etkileşime giren tüm elektrik yüklü
parçacıklar foton soğurup foton ışıyabiliyordu. 1930'lara
gelindiğinde iki Rus fizikçi o gün için çok sıradışı bir
önermede bulundular. Onlara göre sadece fotonlar değil, kütleli
parçacıklar da yok olup tekrar var olabilir, birbirleri tarafından
soğurulup tekrar yayımlanabilirlerdi. Ambarzumian-Ivanenko hipotezi
denilen bu fikir, modern kuantum alan teorisinin ve parçacık
fiziğinin temeli oldu.
Kuantum mekaniğinin
izafiyet teorisiyle evliliğinin sonucunda, parçacıkların sürekli
birbirlerini yok edip başka parçacıkların açığa çıktığı,
birden yok olan, sonra boşlukta tekrar yaratılan parçacık
çiftlerinin cirit attığı enteresan bir varlık alemi önümüze
serilmişti. Bu yeni sistemde her şey mümkündü ve bu dünyayı
açıklamak için kullanılan dil haddinden fazla soyuttu, aşırı
matematikseldi. Neler olduğunu anlatmak için sadece ama sadece
karmaşık denklemler kullanılıyordu.
Hesaplamaların
zorluğundan ve kendini ifade sıkıntısından bunalan bu yeni
teoriye sıradışı bir genç el atıverdi. Richard Feynman isimli
bu genç, o güne kadar kuantum mekaniğinde hayal bile edilmemiş
olan, problemleri görselleştirmenin ve en karmaşık süreçleri
basit şekillerle ifade etmenin bir yolunu bulmuştu. Mottosu, “bir
şeyin gerçekleşme ihtimali varsa, gerçekleşir” sözü oldu.
Gerçekten de kuantum mekaniği bize bundan başka bir şey
söylemiyordu. Mesela, bir parçacığın iki nokta arasında gittiği
yolu hesaplamak istiyorsak, o iki nokta arasındaki mümkün olan tüm
muhtemel yolları hesaba katmak zorundaydık. Bir parçacığın
konumunu belirlemek istiyorsak, uzaydaki her noktayı hesaba dahil
etmek zorundaydık.
Feynman da etkileşime
hangi parçacıkların girdiğini ve etkileşim sonucunda hangi
parçacıkların çıktığını temel aldı. Bu süreçte mümkün
olan tüm ara etkileşimleri hesaba kattı. Böylece o
parçacıkların birbirleriyle etkileşim şiddetlerini, etkileşim
sürelerini, kütlelerini, ne ihtimalle o etkileşime gireceklerini
vs. her türlü ölçülebilir fiziksel değeri hesaplamanın yoluna
ışık tuttu.
Her etkileşimi Feynman
Diagramı denilen bir şekille ifade ediyor, şekildeki her bir
basamağa karşılık gelen matematiksel bir ifade yazıyordu.
Böylece her bir süreci temsil eden şekil, ayrı bir matematiksel
denklemle temsil ediliyordu. Sonuçta tüm muhtemel etkileşimleri
sembolize eden şekillerin, fiziksel katkılarını matematiksel
olarak hesaplayabiliyordu.
Yukarıdaki Feynman diyagramlarında solda, bir elektron ve bir antielektronun birbirlerini yok etmesi sonucu bir foton açığa çıktığı, daha sonra bu fotondan tekrar bir elektron - antielektron çifti yaratıldığı gösterilir. Sağda ise bir elektron ile bir antielektron arasında bir foton alış-verişi gerçekleştiği gösterilir. Aslında tamamen farklı gerçekleşen bu iki süreç, neticesi itibariyle aynı fiziksel sonucu verir: bir elektron ile bir antielektron elektromanyetik kuvvet sonucu birbirleriyle etkileşime girip saçılmışlardır. Bu etkileşimin şiddetini hesaplamak için her iki Feynman diyagramının katkısını da göz önünde bulundurmak gereklidir. "Gerçekte hangi süreç oldu?" sorusunun cevabı, "her ikisi de" şeklindedir. Kuantum mekaniğinin acayipliği de işte burada. Üstelik aynı fiziksel sonucu veren sonsuz sayıda Feynman diyagramı çizmek de mümkün.
Yukarıdaki şekilde yine aynı fiziksel süreç temsil ediliyor. Fakat burada foton alış-verişi esnasında foton vakumla etkileşime girerek bir parçacık çiftine bozunuyor, sonra bu parçacık çifti tekrar yok olup yeni bir foton yaratılıyor. Bu süreç önceki süreçlere nisbeten daha karmaşık olduğu için gerçekleşme ihtimali daha düşük, dolayısıyla fiziksel sürece katkısı da daha küçük oluyor. Feynman diyagramları karmaşıklaştıkça hesaplamaları daha zor, fiziksel katkıları da daha az oluyor.
KED teorisi yapılan deneylerle sürekli test ediliyor, daha üst mertebeli katkılar da hesap edilerek yeni teorik hesaplar yapılıyor. Günümüzde KED öyle sağlam sonuçlar veriyor ki, yapılan deneylerle teori, sıfırdan sonra onuncu mertebelere kadar kesinlikte uyum içerisindedir.
KED'nin başarısından güç olan teorik fizikçiler, aynı matematiksel alt yapıyı kullanarak nükleer reaksiyonlardan sorumlu olan zayıf etkileşimi de açıkladılar. Hatta 1960'lara gelindiğinde elektromanyetik etkileşim ile zayıf etkileşimin aslında aynı kuvvetin yansımaları oldukları anlaşıldı. Elektrik, manyetizma ve nükleer reaksiyonlar tek bir çatı altında toplanarak birleştirimiş oldular.
Fizikçiler aynı matematiksel alt yapıyla, proton ve nötronları bir arada tutan güçlü etkileşimin de teorisini geliştirdiler. "Kuantum renk dinamiği" denilen bu yeni teoriyle doğada gözlemlenen 4 temel kuvvetin 3'ü sağlam bir matematiksel izaha kavuşmuş oldu. KED'in öncülük ettiği doğanın bu matematiksel resmine "Standard Model" ismi verilir.
Şimdi yeni hedef, güçlü etkileşimin de, elektrozayıf etkileşim ile aynı kökten geldiğini gösterebilmek ve böylece tüm kuvvetlerin birleştirildiği büyük bir birleşik kuram elde etmek. Bir sonraki adım ise bu çatıdan şimdilik çok uzak görünen kütleçekim kuvvetinin de diğer kuvvetlerle irtibatlı olduğunu ispatlayarak "herşeyin teorisini" elde etmektir.
Yorumlar
Yorum Gönder