Herkes için Kuantum Elektrodinamiği -1
Elektromanyetik Teorinin Doğuşu
Kuantum elektrodinamiği (KED), fizik
tarihinde ulaşılmış en kesin, en başarılı ve en akıllıca
teorik başarılardan biridir. Elektromanyetik etkileşimleri tam
olarak izah eden bu teori, hem kuantum mekaniğini hem de izafiyet
teorisini zarif bir şekilde kapsıyor.
KED teorisi ışığın maddeyle
etkileşimini ve elektrik yükü içeren maddenin birbiriyle
etkileşimini, klasik elektromanyetik teoriyi kuantum fiziğine
uyarlayarak eksiksiz biçimde tasvir eder.
Herşey, insanların zihnini çok uzun zamandır
meşgul eden bir probleme çözüm arayışıyla başladı.
Nasıl oluyor da birbirine hiç temas etmeyen mıknatıs ve demir
gibi cisimler birbirlerine kuvvet uygulayabiliyordu? Aynı problem
yerçekimi kuvvetinde de vardı. Elektriğin keşfi, bu anlaması zor
probemi daha da önemli kıldı. Elektrik yükleri arasında ne gibi
bir etkileşim oluyordu da yüklü cisimler hiç dokunmadan
birbirlerini itip çekebiliyordu? Bir de elektrik yüklü
parçacıkların etraflarında manyetik alan oluşturmaları,
muammayı katmerli hale getirmişti.
1800'lerin başlarında Volta'nın
ürettiği elektrik kaynakları, elektriğe olan ilgiyi artırmıştı.
Ardından Örsted ve Ampere'in çalışmaları elektrik ile
manyetizma arasında sıkı bir bağ olduğunu ortaya koydu.
Birbirinden tamamen farklı olarak ele alınan iki temel kavram,
birdenbire madalyonun iki ayrı yüzü olduklarını gösterdiler.
Elektrik akımı taşıyan kablolar, tıpkı mıknatıslar gibi
birbirlerine kuvvet uyguluyorlardı.
Tüm bu gözlemlerin matematik diliyle
açıklanmaya ihtiyacı vardı. Green 1830'larda bu iş için kolları
sıvadı ve elektrik-manyetizma için ilk matematiksel teoriyi
oluşturdu. Faraday elektromanyetik indüksiyon üzerine deneyler
yaptı ve elektrik – manyetizma ilişkisini kullanılır hale
getirerek popülerleştirdi. Faraday olağanüstü bir deneyciydi.
Paramanyetizm ve diamanyetizm üzerine de pek çok çalışma
yapmıştı. Elektriğin Moleküler Teorisi adında gözlemlerini
açıklamaya çalışan eserler ortaya koydu. Ancak Faraday iyi bir
matematikçi değildi ve elektromantetizmanın açıklanması için
başka bir dehayı beklemek gerekti.
Maxwell |
Beklenen açıklama 1864'te James Clerk
Maxwell adlı genç bir fizikçiden geldi. Maxwell, cisimlerin
hareket denklemlerini ortaya koyan Hamilton ve Lagrange'ın
çalışmalarını elektromanyetik alanlarda uygulamayı başarmıştı.
Maxwell'in çalışmaları ortaya çok şık bir klasik
elektromanyetik teori çıkarmıştı. Elektrik yükleri etraflarında
elektrik “alanları” oluşturuyor, o alan içine giren her
elektrik yükü o alandan etkileniyor ve böylece cisimler
elektromanyetik etkileşime girebiliyordu. Ayrıca bu elektrik
alandaki değişmeler (elektrik yüklerini hareket ettirerek herhangi
bir noktadaki elektrik alanı değiştirmek mümkün) manyetik alanın
doğuşuna sebep oluyordu. Manyetik alandaki değişmeler de elektrik
alanı doğuruyordu.
İlerleyen yıllarda o gün için
devrimsel nitelikte bir şey daha keşfetti. Elektromanyetik alanın
yayılma hızının ışık hızına yakın (hatta aynı) olduğunu
hesapladı. Böylece ışığın aslında uzayda yayılan
elektromanyetik alan dalgalanmalarından ibaret olduğunu ilk fark
eden kişi oldu. 19. yüzyılın başında tamamen farklı konseptler
olarak ele alınan elektrik, manyetizma ve optik, artık tek bir
disiplin altında toplanmış oldu. Elektrik alan ve manyetik alan
birbirlerinin hem sebebi, hem de sonucu olan kavramlardı. Işık
dediğimiz şey de, uzayda ilerleyen elektrik-manyetik alan
dalgalanmalarından ibaretti. Tüm bunları Maxwell 4 temel denklemde
toplayarak fizik tarihindeki en estetik sunumlardan birine imza atmış
oldu.
Bunun ardından ışığın farklı bir
dalgaboyu spektrumuna ait olan radyo dalgalarının keşfi geldi.
Elektromanyetik dalgaların bir tarafta üretilip diğer tarafta
algılanabileceğini fark eden Hertz, elektromanyetik dalgaların
kırılma, yansıma, polarizasyon, saçılma ve hızı gibi optik
özellikleri üzerinde araştırmalar yaptı.
20. yüzyıla gelmeden, Thomson
elektrik alan kaynağı olan bir parçacık keşfetti. Bu parçacık
fiziği tarihinin de adeta başlangıcı oldu. İlk defa atom olarak
adlandırılan ve rijid kürelerden oluştuğu düşünülen maddenin
yapı taşının daha alt gruplara ayrılabileceği, daha küçük
parçacıklar barındırdığı anlaşıldı. Thomson, deneyinde bir
katot tüpü kullanmıştı. Katot tüpü içinde düşük hacimli
bir gaz, ve ışın kaynağı olarak kullanılmak için ısıtılan
bir metal levha vardı. Metal levha ısıtıldıktan sonra elektrik
alana maruz bırakılınca levhadan bir ışın demeti çıkıp düşük
hacimli gaz içinde ilerliyordu. Bu ışın demeti, bilinen anlamda
ışıktan farklı davranıyor, manyetik alandan etkilenerek sapmalar
yapıyordu. Bu da ışın demetinin elektrik yükü taşıdığını
gösteriyordu. Thomson ışının aslında kütleli parçacıklardan
oluştuğunu keşfederek bu minik ışın parçacıklarının
kütlelerini ölçtü. O gün için bilinen en hafif iyon olan
Hidrojenin binde birinden bile daha hafifti. Üstelik, deneyi farklı
metal levhalar ile tekrarladığında, çıkan ışını oluşturan
parçacıkların kütlelerinin değişmediğini gözlemledi. Özetle,
her metalde, her elementte özdeş olarak bulunan, elektrik yüklü,
çok hafif, temel bir parçacık olduğunu keşfetmişti. Buna
elektron ismi verildi.
Lorentz |
O gün için, doğada hüküm süren
kuvvetlerin hepsinin elektromanyetik orijinli olduğu,
elektromanyetik alanın da esir diye bilinen uzay boşluğunu
dolduran ortamın bir çeşit dalgalanması sonucu ortaya çıktığı
görüşü hakimdi. Lorentz 20. yüzyılın başında yaptığı
çalışmalarla madde (elektron) ile esir arasında kesin bir ayırım
yaparak, esirin mutlak hareketsiz bir ortam olduğunu, esirin
elektromanyetik alanının elektronlar arasında bir tür iletici
ortam oluşturduğunu ve bu iletişimin ışık hızından fazla
olamayacağını öne sürdü. Poincare, ışığın ve
elektromanyetik alanın hızının kesin bir değerde sabit olduğu
fikrini, doğayı açıklamada çok faydalı bir araç olarak
kullandı ve özel izafiyet teorisinin temellerini attı. Ancak esir
fikrine sıkı sıkı bağlı olan teorisi, ve “görünen” ve
“gerçek” zaman kavramları ile zaman kavramını flulaştırması,
rölativite teorisinin babası olmasını engelledi.
Poincare |
1905'e gelindiğinde, elektromanyetik
alan kavramı ışıkla özdeşleştirilmiş, esir ortamının bir
sonucu olarak kabul edilmiş, elektromanyetik alan ile etkileşime
giren maddenin, elektronların varlığı anlaşılmıştı.
Ancak genç bir adam çıkıp üst üste
yayımladığı kısa ama öz makalelerle fizik dünyasını altüst
ediverdi. Einstein, önce fotoelektrik etki adını verdiği olayı
ışığın parçacıklı yapıda olmasıyla açıklayıverdi. Bir
metale ışık gönderildiği zaman metalden elektronlar kopuyordu.
Metalden kopan elektronların enerjisini artırmak için daha
şiddetli (parlak) ışık gönderildiğinde, kopan elektronların
enerjisinin değişmediği görülüyordu. Ancak, gönderilen ışığın
rengi değiştirildiğinde, kopan elektronların da enerjisinin
değiştiği gözlemleniyordu. Yani elektronların enerjisi, ışığın
şiddetinden bağımsız, ışığın rengine bağımlıydı.
Einstein, o güne kadar açıklanamayan bu olayı, ışığın
parçacıklar (enerji paketçikleri, kuanta) halinde ilerlediği
fikriyle açıklamıştı. Işığın şiddeti artırıldığında, "Foton" adı verilen bu enerji paketçiklerinin sayısı artıyor ama taşıdıkları enerji artmıyordu. Ancak, ışığın rengi değiştirildiğinde, fotonun taşıdığı enerji miktarı da değişiyordu. Enerjik bir foton (mavi -mor renkli ışık taneciği) metal üzerindeki bir elektrona çarptığı zaman, kopan elektronun enerjisi de yüksek oluyordu.
Aynı yıl, bir başka açıklanamayan
olayı, Brown hareketini açıkladı. Su üzerine serpilen polenlerin
su yüzeyinde titreşimler yaptığını, rastgele sağa sola
kaçıştığını gözlemliyorlardı. Bu hareketi, suyun atomik
yapısıyla açıklayan Einstein, Brown hareketini atomun varlığına
ilk gözlemsel delil olarak kullanmış oluyordu ve tarihe atomun
kaşifi olarak adını yazdırıyordu.
Üçüncü makalesinde ise özel
izafiyet teorisini ortaya attı. O gün için yine gözlemlenmiş bir
olgu olan ışık hızının sabit oluşunu, yani ışık hızının
gözlemciden bağımsız olarak her şartta aynı kalışını
kullanarak eşzamanlı olayların farklı referans sistemlerinde
farklı zamanlı olarak algılanabileceğini, zamanın ve mesafenin
referans sistemine göre izafi olduğunu gösterdi. Bu teorisi aynı
zamanda esirin varlığını da sorgulayan en ciddi çalışma oldu.
Son olarak, o güne kadar tamamen
farklı kavramlar olarak ele alınan enerji ve kütle kavramlarını
birleştirdi ve “küçük miktardaki kütleler büyük miktarda
enerjilere dönüşebilir” fikrini meşhur E=mc2
formülüyle fiziğe kazandırdı.
Ayrıntılı bilgi ve linkler için: http://en.wikipedia.org/wiki/History_of_electromagnetic_theory
Ayrıntılı bilgi ve linkler için: http://en.wikipedia.org/wiki/History_of_electromagnetic_theory
Yorumlar
Yorum Gönder