Hareket ve Enerji

Hareket

Etrafımızda çok farklı şekillere bürünmüş hareket çeşitleri var. Her ne kadar durağan görünseler de, gözünüze çarpan her şey Dünya döndükçe çok büyük hızlarda Dünya ile beraber güneşin etrafında dönüyor. Güneş de içinde bulunduğu galakside korkunç hızlarla yol alırken beraberinde bizi de taşıyor. Bu baş döndürücü süratler söz konusuyken mikro dünyada da hiçbir şey yerinde sabit değil. Gördüğümüz her şeyi oluşturan atom ve moleküller müthiş hareketlidir. Bu yüzden, hareketin doğasını ve nasıl değiştiğini öğrenmek, doğayı anlamada kilit rol oynar. Hatta fiziği hareketin anlaşılmasından ibaret gören fizikçiler çoktur.

Hareket hakkında ilk bakışta fark edilen temel gerçek, dışarıdan cisme etki eden bir ‘kuvvet’ ile hareketi değiştirmenin mümkün olduğudur. Kuvvetten kastımız, yönü ve büyüklüğü (şiddeti) olan bir etkidir. Hareketin değişmesi ise ya hızın artıp (veya) azalması, ya da yönünün değişmesidir. Bir cisim yönünü ve hızını değiştirmeden ilerliyorsa o cisim üzerinde hiçbir net kuvvet yoktur.

Bir arabanın sabit hızla ilerleyebilmesi için gaza basmak gerekir. Yani hızı korumak için itici bir kuvvete ihtiyaç vardır, çünkü arabanın tekerleri ile yer arasındaki sürtünme, arabayı durdurucu yönde bir kuvvet oluşturur. Eğer sürtünme kuvvetinin olmadığı bir ortam elde etseydik, basit bir dokunuşla sonsuza kadar devam eden bir hareket elde etmiş olurduk. Bu sürtünmesiz ortam uzayda mevcuttur. Örneğin, uzay gemileri Dünya’nın çekim etkisinden kurtulana kadar roketleriyle itme kuvveti oluştururlar. Çekim etkisinden kurtulduktan sonra ise boşlukta ilerlemek için hiçbir kuvvete ihtiyaç duymazlar. Sadece yön değiştirmek, hızlanmak ve yavaşlamak için uzayda kuvvet gerekir.

Sürtünmesiz ortam ilk başta kulağa hoş gelse de, aslında sürtünmesiz ortamlarda yaşamayı hiç istemezdik. Yer ile ayağımız arasında sürtünme kuvveti olmasaydı, ileri bir adım atamazdık; arabalarımızı yerlerinden kımıldatamazdık. Kibritle veya çakmakla ateş yakamazdık. Eşyalarımızı koyduğumuz yerde sabitlemek çok ciddi bir problem olurdu. Yağan yağmur damlaları ve dolu taneleri kurşundan bile hızlı olacağı için her şimşek çaktığında kaçacak delik arardık. Arabaları iterek veya çekerek hareket ettirmek çok kolay olacaksa da, onları durdurmak hiç de kolay olmayacaktı, çünkü bildiğimiz balatalı fren sistemleri sürtünmesiz ortamda çalışmazdı. Kısacası, sürtünme kuvvetinin olduğu bir dünyada yaşadığımız için şükretmemiz gerekir.

Bunun yanında, sabit hızla gidebilmek için sürtünme kuvvetine eşdeğer ve zıt yönlü bir itme kuvveti uygulayarak cisim üzerindeki toplam kuvvetin sıfır olmasını sağlamalıyız. Bir cisim üzerindeki toplam (net) kuvvetin sıfır olduğu durumda hızının değişmeyeceğini ifade eden kuralı biz ‘Newton’un Birinci Hareket Kanunu’ olarak biliyoruz.

17. asırda İngiliz fizikçi Isaac Newton ‘Principia’ adında bilim dünyasında çok ses getiren bir eser yayınlamış ve orada hareketin doğasını formüllerle ifade ederek meşhur hareket yasalarını tebliğ etmiştir.


Newton’un Birinci Yasası: Bir dış kuvvet etki etmiyorsa, cisim hareketsizliğini korur, eğer hareket halindeyse sabit hızda doğrusal olarak hareket etmeye devam eder.


Bu birinci yasaya ‘Eylemsizlik Kanunu’ da denir ve hareketin doğasının temelini oluşturur. Hareketin doğası demişken, hareketin tek müsebbibi olan ‘kuvvet’in doğasına da biraz değinelim. Bir kuvvet oluşturmak, bir şeyi itmek veya çekmek demektir. İtme – çekme etkisi oluşturmak için kuvvet uygulayıcının o cisme doğrudan temas etmesi yeterli olacağı gibi, aracı bir takım şeyler de kullanılabilir. Bir çubukla bir cismi itmek veya iple çekmek gibi durumlarda kuvvet uygulayıcı bir el, ip veya çubuk gibi aracılar kullanır.

Bu anlamsız basitlikteki örneğin verilmesinin sebebi, bazı kuvvetlerin aracılarına dikkat çekmek istemem. Öyle kuvvetler var ki ‘görünmez’ aracılar kullanmaktadırlar. Sözgelimi kütle çekimi kuvvetini hissetmek için dünyaya dokunmak gerekmez. Elinizdeki taşı bırakırsanız yer doğrudan onu kendine çeker. Binlerce, hatta milyonlarca kilometre uzaktan cisimlerin kütle çekim kuvvetleri bizi etkileyebiliyor. Güneş 150 milyon km uzakta olmasına rağmen, Dünya’yı kendisinin etrafında, ışığın etrafında dönen kelebekler gibi döndürüyor. Görünen ve algılanabilen hiçbir temasın olmamasına rağmen, kütle çekim kuvveti nasıl milyonlarca kilometre uzağa aktarılabiliyor? Birbirini iten ve çeken mıknatısları herkes bilir. Dokunmadan bu itme – çekme hadisesi nasıl gerçekleşiyor? Elektriksel yüklerde de aynı şekilde temas olmadan kuvvet aktarımı gözlenir. Negatif elektrik yüklü elektronlar birbirlerini iterken, pozitif elektrik yüklü protonlarla elektronlar arasında çekim kuvveti vardır.

Günlük hayatta o kadar sık karşılaştığımız halde çoğu zaman bu temas gerektirmeyen kuvvetlerin ne kadar acayip bir doğası olduğunu düşünmeyi ıskalarız. İlginç olan ise bizim temas ile oluştuğunu düşündüğümüz kuvvetlerin dahi aslında temas içermeyen kuvvetlerden oluşması. En iyisi baştan alalım.

Doğada kuvvet doğuran dört temel etkileşim var. Bunlardan birincisi ve en zayıfı olan kütle çekim etkisidir. Evrende kütlesi olan her şey naif bir şekilde birbirini çeker. İkincisi elektromanyetik etkileşim. Elektrik ve manyetik etkinin birbirlerinin tamamlayıcısı olduğundan daha sonra bahsedeceğiz. Şimdilik, fizikçilerin elektrik ve manyetik etkileşimleri tek bir etkileşim olarak kabul ettiklerini söyleyelim. Üçüncüsü nükleer radyoaktivitenin kaynağı olan ‘zayıf etkileşim’ ve dördüncüsü ise atom çekirdeklerinin kararlı bir şekilde var olmasını sağlayan ‘güçlü etkileşim’dir. Bu dört etkileşimden ayrıntılı olarak sonraki bölümlerde bahsedeceğiz.

Burada söylemek istediğim şey elektromanyetik etkileşim ile ilgili. Bir çubukla bir taşa dokunarak taşı itecek bir kuvvet oluşturabiliriz. Taş ile çubuk arasında temas halinde olan yüzeylere biraz yakından bakınca, taşı oluşturan atomlar ile çubuğu oluşturan atomların birbirine çok yaklaştığını, fakat atomların dış kısmını oluşturan elektronların birbirlerini ittikleri için taş ve çubuk atomlarının aslında birbirlerine değmediklerini görürüz*. Aralarında milimetrenin on milyonda biri mertebesinde bir uzaklık olacaktır. Dolayısıyla, elimizle bir şeyi tuttuğumuz zaman, aslında o şeyi elimizi oluşturan atomların elektronlarının arasında bir boşluğa hapsetmiş oluyoruz.

Özetle, evrende var olduğunu bildiğimiz bütün kuvvetler uzaktan etkileşim yapısındalar. Bu etkileşimin nasıl olduğunu fizikçiler ‘alan teorileri’ ile izah etmeye çalışır. Bahsi geçen elektrik, manyetik ve kütle çekimi kuvvetleri, cisimler birbirine yaklaştıkça etkilerini artırırlar. Çoğu zaman bu kuvvetlerin birçoğu hissedilmeyecek kadar küçüktür. Çünkü bu kuvvetler iki cismin arasındaki uzaklığın karesiyle ters orantılı olarak değişirler. Buna ‘ters kare yasası’ denir. Çok güçlü şekilde birbirlerini çeken iki neodyum mıknatısı ayırmak son derece zorken, bu mıknatısları bir odanın iki köşesine koyarsanız birbirlerini hemen hiç etkileyemezler. Okyanuslarda Ay’ın kütle çekimi yüzünden med-cezir gözlenirken, Ay’dan binlerce kez daha büyük olan Jüpiter’in okyanuslar üzerinde nerdeyse hiç etkisi yoktur. Jüpiter’in bizim üzerimizdeki çekim kuvveti, mutfaktaki buzdolabının üzerimizdeki kütle çekim kuvveti kadardır ki bu kadar zayıf bir etkiyi hissedecek bir cihaz da mevcut değil.

Elektrik, manyetik ve kütle çekimi alanlarının nasıl üretildiğini ilerleyen bölümlerde ele alacağız. Şimdilik bu alanların madde etrafında var olduklarını kabul edelim.

Kütle ve Hareket

Maddenin üzerine bir kuvvet etki etmiyorsa, maddenin hızının değişmeyeceğini belirttik. Hızını veya yönünü değiştirmek istediğimizde ise maddenin miktarına göre bir dirençle karşılaşırız. Meselâ, bir bisikleti belli bir hızda hareket ettirmek için bir kuvvet uygulamamız gerekir. Bir arabayı o hızda hareket ettirmek içinse uygulanması gereken kuvvet çok daha fazladır. Çünkü arabanın harekete karşı direnci, bisikletten daha şiddetli. İşte, maddelerin hızlanmaya (veya yavaşlamaya) karşı gösterdikleri direnç o maddenin ‘kütlesi' ile doğru orantılıdır. Diğer bir deyişle, kütle, maddenin harekete karşı gösterdiği direncin bir ölçüsüdür.

Kütle ile ağırlık kelimeleri gündelik kullanımda birbirlerinin yerini tutarlar. Ama temelde çok farklı anlamları var. Ağırlık, bir maddeye Dünya tarafından uygulanan kütle çekim kuvvetidir. Bizim kütle ile ağırlık kavramlarını karıştırmamızın sebebine gelince: kütle ne kadar fazla ise ağırlık da, yani, Dünya’nın o kütleye uyguladığı kuvvet de o kadar fazladır. Bu da bizim kütle ile ağırlığı aynı şeyler olarak algılamamıza sebep olur. Çok klasik bir örnek olsa da, bahsetmenin tam yeri burası. 3 kg kütleli bir cismin ağırlığı Dünya’da kabaca 30 Newton iken, aynı cisim Ay’da yine kütlesi 3 kg fakat sadece 5 Newton ağırlıkta olur. Çünkü Dünya’nın yüzeyinde çekim kuvveti Ay’ın yüzeyindekinden 6 kat daha güçlüdür. Bir gezegen üzerindeki çekim kuvveti, o gezegenin kendi kütlesi ve çapıyla ilgiliyken, bir cismin kütlesi, sadece o cismin içerdiği madde miktarıyla ilgili. Dolayısıyla, bahsedilen cismi nereye götürürseniz götürün, kütlesi değişmez (Einstein'ın görelilik kuramına gelince bu söylediklerimin yeniden ele alınması gerekecek).

Özetle, eğer sürtünme kuvvetlerini ihmal edersek, bir arabayı belli bir hıza kadar hızlandırmak için gereken enerji Ay’da da Dünya’da da aynıdır!

Bir yönde uygulanan kuvvetin etkisini, cismin o yönde hızlanması (ivmelenmesi) olarak görürüz. Kuvvet artarsa ivmelenme artar. Kütle büyükse ivmelenme zordur.

İvme = Kuvvet / Kütle

Bu bağıntı Newton’un İkinci Hareket Kanunu olarak bilinir.

Newton’un İkinci Yasası: Bir cismin hareketinin ivmesi, cisim üzerindeki toplam kuvvetin, o cismin kütlesine oranıdır.

Kuvvetin birimi Isaac Newton anısına ‘Newton’ olarak kabul görür. 1 Newton kuvvet, 1 kilogram kütleli cismin hızını saniyede 1 metre artıran kuvvetin ölçüsüdür.

1N = 1 kg x 1 m/(s x s)  = 1 kg.m/s2

Newton’un ikinci kanunu (F=m.a), fizikte gelmiş – geçmiş en popüler, en çok kullanılan ve en çok atıfta bulunulan formüldür. Fakat ‘hareket’i tam olarak tanımlamak için Newton’un bir kanunu daha vardır ve bu son kanun temas eden cisimlerin birbirleri üzerine oluşturdukları kuvvetle ilgilidir.

Newton’un Üçüncü Yasası: A cismi başka bir B cismine kuvvet uygularsa, B de aynı şiddette fakat zıt yönde A üzerine bir kuvvet uygular.

Bu yasaya ‘Etki-Tepki Yasası’ da denir. Masa üzerinde duran bir kitaba iki kuvvet etki eder: Dünya tarafından uygulanan kütle çekim kuvveti (kitabın ağırlığına eşittir) ve masa tarafından uygulanan ‘normal kuvvet’. Normal kuvvet, kitabın ağırlığını dengeleyen tepki kuvvetidir. Bir şey tepki kuvveti tarafından dengelenemezse ortaya ivmeli hareket çıkar.

Newton yasalarına baktığımızda bir cismin kütlesinin, hızlanmaya karşı gösterdiği direnç olarak tanımlandığını görürüz. Fakat kütle hakkında başka bir bakış açısı daha var: iki cisim birbirlerini kütle çekim etkileşimi sebebiyle çekerler. Buradaki kütle, maddenin miktarı ile alakalı bir kavramdır. Birinci tanımı ‘eylemsizlik kütlesi’ ikincisini ise ‘gravitasyonel kütle’ veya ‘yerçekimsel kütle’ olarak adlandırırız.

Kütleleri m ve M olan ve aralarındaki uzaklık r kadar olan iki cismin birbirlerine uyguladıkları kütle çekim kuvvetinin formülünü inceleyelim:

F = G m M / r2

İki farklı formülde kütle kavramını kullandık. İki kütlenin tanımı da farklı olmasına rağmen aslında ikisinin de aynı değerleri ve aynı birimleri kullandığını bilmek ilginçtir. Bu da fizik kanunlarında bir tutarlılık ve birlik olduğunun başka bir işaretidir.

Yukarıdaki kütle çekim formülü çok hayatî öneme sahip bir katsayı içerir. Denklemde G harfiyle gösterilen çarpan “evrensel kütle çekim sabiti” veya gravitasyonel sabit olarak adlandırılır. Sayısal değeri

G = 6,67 x 10-11 N.m2/kg

olarak ölçülmüştür ve evrenin her yerinde aynı nicel değere sahip olduğu kabul edilir. Bu katsayı değeri, kütle çekim etkileşmesinin “gücünün” bir ölçüsüdür. G katsayısı son derece kritik bir değere sahiptir.

Eğer G katsayısı daha düşük bir değere sahip olsaydı, güneş sistemleri, galaksiler, yıldız çiftleri gibi kütle çekim kuvvetiyle birbirine bağlı olan elemanlardan oluşan sistemler hiç oluşmamış olabilirdi. Evrenin ilk yaratıldığı günden itibaren sürekli birbirinden uzaklaşan sistemler birbirlerine bugün olduğundan çok daha uzak olacaklardı. Dünya, güneşe bağlı olmayabilirdi ve Dünya’da hayat için gerekli enerjiyi sağlayacak bir yıldıza bağlanmak imkânsız olabilirdi. Bütün bunların ötesinde, yıldızların enerji kaynağı olan nükleer füzyon işleminin tetikleyicisi olan kütle çekim kuvveti, çekirdek kaynaşmasını sağlayamayabilir ve gökyüzünde parlayan hiçbir yıldız var olamayabilirdi. 

Kısacası, düşük bir G katsayısı, Hidrojen gazıyla dolu ve hiçbir yıldız, galaksi vb. gökcismi içermeyen soğuk, karanlık bir evrenin varlığına sebep olurdu.

Eğer G katsayısı daha büyük bir değer olsaydı, yıldızların ve galaksilerin ömürleri çok daha kısa olur, kâinat şimdiye kadar çoktan bütün enerjisini tüketmiş dev yıldızlar ve karadeliklerle dolu yine soğuk ve karanlık bir yer olurdu.

G evrensel çekim katsayısı üzerine daha farklı ve daha beter senaryolar üretmek mümkündür. Kısacası G katsayısı, içinde yaşanabilir bir evrenin oluşması için adeta özenle ayarlanmış bir değere sahiptir.

Momentum

Cisimlerin hareketini tanımlamada kullanılan bir başka önemli kavram da hareket halindeki nesnelerin taşıdığı momentumdur. Momentum (p), cismin hızı (V) ve  kütlesinin (m) çarpımı ile elde edilen bir ifadedir.

P = m. V

Bir silahtan ateşlenmiş bir kurşun veya yavaş da olsa hareket eden bir tren gibi, yüksek momentuma sahip bir cismi durdurmak veya yönünü değiştirmek zordur. Kendilerini durdurmaya çalışan engellere büyük direnç gösterirler.
Momentum kavramını pratik hale getiren şey, momentumun “korunuyor” olmasıdır. Bir sistemin toplam momentumu dışarıdan enerji vererek müdahale edilmediği sürece değişmez. Meselâ, aynı hızda birbirlerine doğru gelen aynı kütleye sahip iki cisim düşünelim. biri + yönde (sağa) diğeri – yönde (sola) hareket ettiği için sağa gidenin momentumu + değerli, sola gidenin momentumu – değerlidir. Kütleleri ve hızlarının büyüklükleri aynı olduğu için momentum büyüklükleri de aynı olacaktır. Yönlerini de işin içine katarsak bu iki cismin toplam momentumu sıfırdır. Eğer esnek olmayan bir çarpışma yaparlarsa, çarpıştıktan sonra iki cisim çarpıştıkları yerde dururlar. Yani çarpışmadan sonra hızları sıfır olacağı için momentumları da sıfırdır. Böylece çarpışma öncesi ve sonrası toplam momentum değişmemiş olur. Eğer esnek bir çarpışma yaparlarsa, çarpıştıktan sonra birbirlerini geri teperek geldikleri yönde aynı hızla geri giderler ve toplam momentum yine sıfır olur.
Momentumun korunumuna başka bir örnek verelim. Bir tüfekle ateş ettiğinizi düşünün. Kurşun tüfekten çıktıktan sonra siz de geriye doğru savrulursunuz. Küçük kütleli kurşun yüksek hızda sağa giderken, kurşuna göre büyük kütleli olan bedeniniz düşük hızla sola gidecektir. Sonuçta kütle ve hız çarpıldığında sağa aktarılan momentum ile sola aktarılan momentumun aynı değere sahip olduğu görülür. Zıt yönlü oldukları için bu ikisinin toplamı sıfır olur. Başlangıçta tüfeği tutarken hareketsiz olduğunuz için momentumunuz sıfırdı. Toplam momentum ateş edilmeden önce ve sonra aynı değere sahiptir.

Yukarıdaki örneklerde sadece iki kütleli sistemlerden bahsettik. Kütle sayısı istenildiği kadar arttırılabilir. Momentumun korunumu yasası ile birçok hareketli sistemin durumları kolayca belirlenmekte ve herhangi bir anda konum ve hızları belirlenebilmektedir.
Momentum kavramı sadece doğrusal hareket yapan cisimlerde değil, bir merkez etrafında dönen (dairesel hareket yapan) cisimlerde de kullanılır. Bu iki farklı hareket çeşidi için iki farklı momentum tanımı yapılır. Birincisi olan çizgisel momentumu yukarıdaki örneklerde gördük. İkincisi ise açısal momentum olarak adlandırılır.

İple bağlı bir gülleyi kendi etrafınızda döndürdüğünüzde, güllenin savrulmaması için ipi sıkıca tutarak ipe kuvvet uygulamanız gerektiğini tecrübe edersiniz. Eğer 
a) güllenin kütlesi artarsa, 
b) gülleyi daha hızlı çevirirseniz ya da 
c) gülleyle eliniz arasındaki ipin uzunluğu artarsa savrulmayı engellemek için uyguladığınız kuvvetin de artması gerektiğini görürsünüz.

Bu tür bir dönme hareketinde açısal momentum (L), kütle (m), hız (V) ve dönen cismin merkeze uzaklığı (r) ifadelerinin çarpımı olarak tanımlanır.

L = m .V. r

Bir cismin çizgisel momentumunu artırmak için o cisim üzerine kuvvet uygulamalısınız. Bir cismin açısal momentumunu değiştirmek için ise o cisim üzerine tork uygulamalısınız. Dönen cismin üzerine uygulanan tork, cisme uygulanan itme kuvvetiyle dönme hareketinin merkezinin dönen cisme uzaklığı olarak tanımlanır.

Eğer dışarıdan bir kuvvet yoksa, her sistem açısal ve çizgisel momentumunu korur. Meselâ, kendi etrafında kollarını açarak dönen bir buz patencisi düşünün. Kollarını kendine doğru çektiğinde kolları ile dönme merkezi arasındaki mesafe azalacaktır. Bu durumda açısal momentum (L) ifadesine bakalım: patencinin m kütlesi değişmeyecektir. Fakat r değeri azalacağı ve L değerinin değişmemesi gerektiği için V değeri artmalıdır. Sonuçta, kollarını kendine doğru çeken buz patencisi daha hızlı dönmeye başlayacaktır.

Açısal momentuma başka bir örnek de gezegenlerin güneş etrafındaki hareketinden verilebilir. Yaz mevsimlerinde Dünyamız güneşe kış mevsimindeki konumundan daha uzaktır. Dönme hareketinin merkezi güneş olduğuna göre, güneşle dünya arasındaki uzaklık değişince dünyanın güneş etrafındaki hızı da değişir. Yazın güneşe daha uzak olduğumuz için yörüngede yavaş, kışın ise hızlı döneriz. Böylece dünyanın açısal momentumu sabit kalır.

Enerji

Fiziksel olarak bir iş yapmak için bir şeyin hareketinde bir değişiklik yapmamız gerekir. Meselâ, bir duvarı sabahtan akşama kadar itseniz çok yorulsanız da hiçbir iş yapmamış olursunuz. Elinizdeki bir çantayı yerden belli bir yükseklikte tutarak yürürseniz bu çantayı taşımak için hiçbir iş yapmamış olursunuz. Çünkü çantanın düşmemesi için yerçekimine karşı bir kuvvet uyguluyorken, o doğrultuda çantanın konumu değişmediği için yerçekimine karşı iş yapmış sayılmazsınız. Ancak çantayı daha yukarı kaldırırsanız yerçekimine karşı iş yapmış olursunuz.

Yolda yürürken ayaklarımız ile yer arasındaki sürtünme kuvvetine karşı iş yaparız. Özetle iş için a) kuvvet uygulamalıyız b) bu kuvvetle hareket elde etmeliyiz.

İş yapmak için de enerji harcamamız gerekir. Enerjinin korunumu yasası gereği harcadığımız enerjiyi hareket ettirdiğimiz cisme aktarmış oluruz. Böylece cisim enerji kazanır. Bu hareket enerjisine kinetik enerji denir. Hareket eden bütün cisimler kinetik enerjiye sahiptir ve bu kinetik enerjinin büyüklüğü, cismin kütlesi ve hızıyla orantılıdır. 

Cismin hızını iki kat artırmak için ona sahip olduğu enerjinin dört katı enerji vermemiz gerekir. Benzer şekilde, bir araba hızını yarıya düşürmek için sahip olduğu kinetik enerjinin dörtte üçünü kaybetmelidir. Yani kinetik enerji, hızın karesiyle orantılıdır. Bu yüzden bir cismi hızlandırmak, hız arttıkça daha da zorlaşır.

Bildiğimiz evrende hiçbir şekilde enerjiyi yok edemeyiz. Ancak bir enerji türü başka bir tür enerjiye dönüşebilir. Meselâ havaya atılan bir taş, belli bir yükseklikte durur ve kinetik enerjisini tamamen yitirmiş olur. Ancak, yerden yükseldiği için artık potansiyel enerjiye sahiptir. Yerdeki bir kola kutusuna vurduğunuz zaman birkaç metre ötenizde durarak ona aktardığınız kinetik enerjiyi kaybeder. Ancak o kinetik enerji, ses enerjisine ve sürtünmeyle ısı enerjisine dönüşerek etrafa dağılır.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Nötronlar Neden Serbest Haldeyken Kararsız ama Çekirdek İçinde Kararlıdırlar?

Hızlı ve Etkin Okuma Teknikleri

Havayı Temizleyen Bitkiler