Elektromanyetik Kuram - 2
Maxwell Denklemleri: Matematikle Fiziğin Muhteşem Buluşması
19. yüzyılın başlarında bilim, asil beyefendilerin ve varlıklı aile çocuklarının tekelindeydi. Fakat Michael Faraday’ın pek de bu portreye uyduğu söylenemezdi. Genelde zengin asilzadelerin bir prestij ve hobi olarak ilgi duyduğu bilim dünyası göz önüne alındığında, genç Faraday bir demircinin oğluna göre haddinden fazla meraklıydı! 14 yaşında bir ciltçiye çırak olarak verildiğinden beri orada eline geçen her kitabı okuyor, her bilimsel gelişmeyi mutlaka yakından takip ediyor, ulaşabileceği her bilimsel etkinliğe gidiyordu. Bunlardan birisi de, zamanın gözde şovmeni Humphry Davy’nin halka açık yaptığı ve dersten çok bir gösteri havasında geçen deneyleriydi. Azot protoksit (gülme gazı) bağımlısı bu garip kimyager insanları etkilemeyi iyi bilirdi. Ancak alışılagelmiş göstericilerin yaptığı gibi gösterileri gizemli bir havaya bürümektense, bilimsel açıklamalar yapıyor ve izleyenleri bilimin güzelliğiyle buluşturuyordu. Davy deneylerini açıklarken insanlar laf kalabalığını(!) bitirip gösteriye geçsin diye beklerken, Faraday büyük bir iştahla notlar alıyor, kim bilir belki de eğitim eksikliğini kapamaya çalışıyordu.
Faraday günün birinde notlarını kitaplaştırıp Davy’nin
ofisine koştu. Önce küçümsenip reddedilse de, bilime olan tutkusu ve ısrarı ile
Davy’nin asistanlarından biri olmayı başardı. Artık Cambridge’te eğitim almış
asil ailelerin çocuklarıyla birlikte çalışıyor, tüm gününü laboratuvarda
geçiriyordu. Üstelik bu eğitimsiz gencin önsezileri herkesten güçlüydü. Tüm
muhteşem kimyasal deneyler bir yana, Volta pili kullanılarak yapılan deneyler
ve özellikle elektrik ile mıknatısın etkileşmesi onun için bir takıntı haline
gelmişti. Yıllar ilerledikçe, farklı disiplinler olarak görülen elektrik akımı
ile manyetik kuvvetler bilimlerini birleştirip elektromanyetizma adını verdiği
yeni bir fiziğe odaklandı. Bu, Einstein’ın tüm fizik yasalarını birleştirmeyi
hayal ettiği yolculuğun ilk adımıydı. Aslında Faraday ve Einstein bilime aynı
felsefi bakış açısından yaklaşıyorlardı diyebiliriz. İkisi de olayların perde
arkasında neler olduğunu anlamaya çalışıyor, bilimi Tanrı’nın doğada sakladığı
gizleri anlamak için bir yol olarak görüyorlardı. Onlara göre evrende her şey
birbiriyle bir şekilde bağlantılıydı. Faraday elektrik akımının ilerlediği
telin etrafında görünmez bir kuvvet alanı oluştuğunu düşünmüştü. Mıknatısları
hareket ettiren bu alandı. Aynı şekilde mıknatısların etrafında da manyetik bir
kuvvet alanı oluşuyor olmalıydı. Gözlere meçhul kavramlarla bilim üretmeye
çalışması yadırgandı mı bilmiyoruz ama bu kuvvet alanlarını notlarında çizdiği
çizgilerle sembolleştiriyor, onlara görünür bir varlık elbisesi biçiyordu. Bu
yaklaşımla elektromanyetik indüksiyonu keşfettiğinde yeni bir çağ başlamış oldu.
Ama ah o çizgileri denklemlerle bir anlatabilse, müthiş sezgisiyle algıladığı
gerçekliği matematik diliyle bir gösterebilse işler ne kadar kolay olacaktı…
O dönemde fiziği anlamanın yolu elle tutulur cihazlar
geliştirmek ve ölçümler yapmaktı. Ama bu yöntem Faraday ile tıkandı.
Elektromanyetizmayı anlamak için daha fazlasına muhtaçtık. Bayrağı devralacak
yeni bir dâhideydi sıra: James Clerk Maxwell, 1831yazında Güney İskoçya’da
varlıklı bir ailenin çocuğu olarak doğdu. Doğayla iç içe olan bu coğrafyada yetişen
küçük James, sonu gelmeyen bir merak duygusuyla doluydu. Sürekli bir şeylerin
nasıl çalıştığıyla ilgili sorular soruyordu ama aldığı cevaptan tatmin olduğunu
gören pek yoktu. Daha çocuk yaşta edebi metinler üzerinde müthiş bir hâkimiyeti
vardı. Her dâhi gibi sanatla yakından ilgileniyor, ışığa ve renklere olan
tutkusu çizdiği resimlere yansıyordu. Matematiğe müthiş bir ilgisi vardı. İlk
bilimsel makalesini yazdığında henüz 14 yaşındaydı. Ama matematiğin soyut
dünyasında entelektüel bir inzivaya çekilmektense, matematiği doğanın bir
parçası olarak görmeyi tercih ediyordu. Aldığı yetkin matematik eğitimine
rağmen saf matematik içerikli makalesi pek azdır. O adeta fiziksel olgulara
matematik kılıf biçmek için gönderilmiş bir yetenekti. Öyle ki, örneğin iki yüz
yıldır Satürn halkalarını oluşturan şeyin neden dağılmadığını Maxwell matematik
diliyle açıklamış, sanılanın aksine halkaların gaz değil, irili ufaklı kaya
parçalarından oluştuğunu keşfetmişti. Öngörüsü ancak 1980’lerde Voyager uzay
aracının gözlemiyle doğrulanabildi. Maxwell bunu yaparken henüz 25 yaşındaydı.
Kullandığı matematik dili öylesine güçlüydü ki, otoriteler bunun o güne dek
matematiğin fiziğe uygulandığı en muhteşem örnek olduğunu söylüyordu. Fiziğin o
gün için hemen her alanıyla ilgilenmişti. Özellikle termodinamiğe katkısı çok
büyüktür. Bugün “Maxwell’in Cini” olarak bilinen düşünce deneyi, entropi
üzerine çalışanlar için hâlâ çok popülerdir.
Elektromanyetizma ve Maxwell
Maxwell’in hayatının en verimli dönemi, 29 yaşında Londra’daki King’s College’ta görev almasıyla başlar. Burada çalışırken Kraliyet Enstitüsünde de dersler veriyordu ve bu sayede Faraday ile irtibata geçmişti. Aralarının pek sıkı fıkı olduğu söylenemezdi ama Maxwell’in, Faraday gibi bir devden ne denli etkilendiği, sonraki yıllarda yaptığı çalışmalarda kendini gösterdi.
Maxwell, Faraday’ın deneysel çalışmalarıyla yitik bir
hazinenin izleri gibi ortaya çıkan elektrik ve manyetizma arasındaki büyülü
ilişkinin esrarını çözmeye odaklanmıştı. Çok zaman geçmeden ardı ardına
yayınladığı iki makaleyle elektrik alan ile manyetik alanın birbirleriyle
irtibatını gösteren harika denklemlerini duyurdu. Maxwell’in yeni kuramı,
elektromanyetik alanın doğasını matematikle açıklamakla kalmıyor, bunun çok
ötesinde, elektromanyetik alanın nasıl manipüle edilebileceği hakkında ipuçları
veriyordu. Bunun bir adım ötesi, tüm zamanların en harikulade bilimsel
keşiflerinden birine kapı aralayacaktı. Tam da bu noktada, Maxwell’in denklemlerine
göz atmak çok aydınlatıcı olacaktır.
Maxwell tüm elektromanyetik olguları dört temel denklemde
toplamıştı. Bunlardan birincisi, Gauss yasası olarak biliniyor ve elektrik
yüklerinin etrafında bir elektrik alan oluştuğunu ifade ediyor. Proton,
elektron gibi elektrik yüklü tek bir parçacık, uzayı kendilerinden uzaklaştıkça
giderek zayıflayan bir elektrik alan ile doldurmak için yeterlidir. İkinci
denklemin ise belirli bir ismi yok, manyetik alanı oluşturan bir manyetik yükün
olmadığını ifade ediyor. Bilindiği gibi bir manyetik alan varsa, o manyetik
alanın kuzey ve güney kutupları olmalıdır. Bir mıknatısı ne kadar parçalarsak
parçalayalım, her kırılan mıknatıs parçasının iki kutbu olur. Buna manyetik
dipol (çift-kutuplu) deriz. Ama manyetik monopol (tek-kutuplu) bir durum elde
etmek şu ana kadar mümkün olmadı. Çünkü evrende gözlediğimiz tüm manyetik
alanların kaynağı, elektrik yüklerinin hareketidir. Oysa elektrik alanın
kaynağı, bu elektrik yüklerinin bizatihi varlıklarının ta kendisidir. Örneğin
bir elektronun etrafında elektrik alan vardır. O elektron ivmeli hareket
yapmaya başladığında, elektrona eşlik eden bir manyetik alan yaratılır. Ama
herhangi bir parçacığın hareketinden bağımsız olarak, salt varlığıyla manyetik
alan oluşmaz. Açıkçası bu bilgi hâlâ şüpheyle yaklaşılan bir bilgidir ve
manyetik bir yük kaynağı olan parçacıkların (manyetik monopollerin) olup
olmadığı aktif bir araştırma konusudur. Eğer günün birinde manyetik yük
keşfedilirse, Maxwell denklemlerindeki yegâne kusur ortaya çıkacak. O güne dek
Maxwell denklemleri insanoğlunun en muhteşem başarılarından biri olarak
yaşamaya devam edecek.
Üçüncü denklem Faraday yasası olarak bilinen fiziksel duruma karşılık gelir ve değişken manyetik alanın elektrik alan doğuracağını söyler. Dördüncü denklem ise elektrik akımı etrafında manyetik alan oluşacağını ifade eden Ampere yasasına karşılık gelir. Maxwell, Ampere’in çalışmasındaki önemli bir eksikliği gidererek denkleme değişken elektrik alanın da manyetik alan yaratacağını eklemiştir.
Böylece Maxwell bu denklemlerle Faraday’ın farazi varlıklar
olarak betimlediği elektrik ve manyetik alana denklemleriyle fiziksel bir
gerçeklik kazandırmıştı. Denklemlerde E ve B sembolleriyle
gösterilen kavramlar, uzayın her noktasını dolduran ve her noktada belli bir
yöne sahip olan elektrik ve manyetik alanları temsil ediyor.
Işık ve Elektromanyetik Dalgalar
Bu sonuca göre, örneğin bir elektronu hafifçe kımıldattığımız anda, elektronun etrafındaki elektrik alanda bir kıpırdama oluyor ve değişen elektrik alandan dolayı bir manyetik alan yaratılıyor. Yeni manyetik alan, yeni bir elektrik alan doğuruyor. Bu böylece sonsuza dek devam ederek elektromanyetik bir dalgalanma meydana geliyor. Diğer bir deyişle elektromanyetik alan uzayda enerji dalgaları halinde yayılıyor. Bir kablodaki elektrik akımının şiddeti veya yönü değiştiğinde etrafına elektromanyetik dalgalar yayılır. Tıpkı ses dalgalarının ilerlemesi için havaya, ipteki dalgaların ipe ihtiyaç duyduğu gibi, elektromanyetik dalgaların ilerlemesi için de yayılabilecekleri bir ortama ihtiyaçları olmalıydı. Maxwell, o zamanki bilim literatüründe aşina olunan esir kavramını kullandı. Elektromanyetik dalgalar, esirin içinde ilerlemeliydi. (Gerçi görelilik kuramı sonrası buna gerek olmadığını anladık ve esir kavramını kullanmaktan vazgeçtik.)
Her dalga denklemine baktığımızda, dalganın hangi hızda
ilerlediğini görebileceğimiz bir dalga hızı niceliğiyle karşılaşırız. Bu,
Maxwell’in dalga denklemlerinde de vardı. Yani Maxwell, elektromanyetik
dalgaların hangi hızda yayıldığını bile kuramsal olarak öngörebilecekti.
Hesaplamaları sonucunda elde ettiği sonuçla adeta donakaldı. Bilim tarihinin en
nefes kesici anlarından biri olmalıydı bu: Elektromanyetik dalgaların hızı,
ışık hızıyla tam olarak aynıydı! Önceleri Maxwell bunun bir tesadüf olduğunu
düşünmüştür belki, ancak ışık olarak bildiğimiz şeyin aslında elektromanyetik
dalgalardan ibaret bir varlık olduğu sonucuna varmak kaçınılmazdı. Einstein,
Maxwell’in bu keşfini anlatırken, fizikçilerin bunun önemini anlamalarının
birkaç on yılı bulduğunu söyler. Modern çağın en büyük fizikçilerinden biri
olan Richard Feynman’a göre ise Maxwell’in başarısı 19. yüzyılın en önemli
gelişmesiydi. Öyle ki bu keşfin yanında Amerikan sivil savaşı bile önemsiz
kalıyordu.
Maxwell elektromanyetizma üzerine çalışmalarını ilk olarak
1855 yılında “Faraday’ın Kuvvet Çizgileri Üzerine” adlı makalesiyle yayımladı.
Bulgularını gayet detaylı anlattığı bu makaleyi okumak, üniversitede
elektromanyetik alanlar dersi alan fen ve mühendislik öğrencileri için hayli
eğlenceli olacaktır. Daha sonra 1861-62’de “Fiziksel Kuvvet Çizgileri Üzerine”
adlı peş peşe yayımladığı makale serisiyle çalışmalarını tamamladı. Bu
çalışmaların, Einstein’ın 1905’te Annalen der Physik dergisinde yayımlanan o
meşhur dört makalesi ve Newton’un Principia’sı ile kıyaslanacak kadar kıymetli
olduğu değerlendirilir. 1900’ler öncesi klasik fizik dönemine ait olmasına
rağmen, Maxwell denklemleri Einstein’ın görelilik kuramıyla da uyumluydu. Klasik
fizikte kullanılan 3 boyutlu uzay koordinatlarından, görelilikte kullanılan 4
boyutlu uzay-zaman koordinatlarına kolaylıkla adapte edilebildi.
Deneysel Çalışmalar
1860’lardan sonra deneysel fizikçilerin yeni bir motivasyonu
vardı: Maxwell’in dalgalarını gözlemlemek. Maxwell denklemleri her ne kadar
nefes kesici olsa da, hâlâ bir kuramdı ve deneysel olarak gözlenmesi
gerekiyordu. Ama belli ki bu çok zordu. Keskin bir zekâ, bitmez bir sabır ve
genç bir akademisyenin hırsı gerekiyordu. Alman fizikçi Heinrich Hertz, 1887
yılının büyük kısmını karanlık bir odada, değişken akım taşıyan bir telden
yayılan elektromanyetik dalgaların, elindeki yarı kapalı metal halkanın iki ucu
arasında oluşturacağı kıvılcımı görmeye çalışmakla geçirdi. Bunu başardı da… Ne
yazık ki Hertz keşfinin ne denli önemli olduğunu görecek kadar yaşamadı.
Kendine bu gözleminin ne gibi gelişmelere gebe olduğunu soranlara “muhtemelen
hiç!” cevabını vermişti. Ona göre: “Bu sadece üstat Maxwell’in haklı olduğunu
ispatlayan bir deney. Gizemli elektromanyetik dalgaları gözlerimizle
göremiyoruz. Ama oradalar.”
Aynı yıllarda İngiltere’de Profesör Oliver Lodge da Maxwell
denklemlerini gözlemek için yoğun çaba harcamış ve başarmıştı. Ancak dünyaya
duyurmak için geç kalmıştı. Bugün geniş kitleler Hertz’in ismini Lodge’tan çok
daha fazla biliyor. 1894’te Hertz’in ani ölümünden sonra, Lodge elektromanyetik
dalgaları halka duyurmak için Oxford’ta görsel uygulamalar içeren bir ders
vermeye başladı. Elektromanyetik dalgaları gözleyebilmek için yeni teknolojiler
geliştirmişti. Dersinde bunları kullandı. Odanın bir ucundan gönderdiği
elektromanyetik dalga, diğer ucundaki zilin çalması için kurulu devreyi
tetikliyordu. Arada hiçbir bağlantı olmadan Lodge kurduğu düzenekle çok
uzaktaki bir zili çalabiliyordu! Çok uzaklara kablolarla mesaj gönderme olayına
insanlar telgraflar sayesinde aşinaydı. Ama Lodge’un yaptığı adeta sihirdi.
Arada hiçbir bağlantı olmadan, uzaklara mesaj göndermenin bir yolunu bulmuştu
ve bunu yaparken tek derdi Maxwell’in dalgalarının varlığını göstermekti. Ders
notlarını yayımladı. Fakat Lodge hayatının ikinci hayal kırıklığını da bu
dramatik deneyiyle yaşamış oldu. Çünkü keşfi pek çok mucidi ve girişimciyi
zengin edecek olan radyo ve telsiz haberleşmeye kapı aralamıştı. Biz bugün
radyonun kâşifi olarak Guglielma Marconi’yi tanıyoruz ama perde ardındaki
kahraman hiç kuşkusuz Oliver Lodge’tu. Marconi bilim insanından çok bir
girişimciydi. Mühendislik eğitimi almıştı. Ama karşısına çıkan fırsatları iyi
değerlendirdi ve Lodge’un yolundan giderek yaptığı katkılarla 1909 Nobel Fizik
Ödülünü almayı başardı.
James Clerk Maxwell, yaptığı paha biçilmez kuramsal
çalışmalarıyla Michael Faraday’ın mirasını taçlandırdı. Elektrik ve
manyetizmayı birleştiren Faraday’ın ardından Maxwell bu birleşmeyi genişletti
ve ışıkla ilgili ne varsa, elektromanyetizmayla anlaşılabileceğini gösterdi.
Elektromanyetik kuram ve optik artık aynı disiplin içerisinde ele alınıyordu.
Maxwell bunun çok ötesinde, matematiği doğrudan hayatımızda fiziksel nesneler
keşfetmek için kullanabileceğimizi gösterdi. Bugün elektromanyetik
teknolojilerinin şekillendirdiği uygarlığımızdan geriye bakınca, Maxwell’in
yolun başında durup denklemleriyle yolumuzu aydınlattığını görürüz.
Çalışmalarının etkisi göz önüne alındığında, belki Einstein’dan ileri bir bilim
insanı portresi durur karşımızda. Zaten Einstein’ın duvarında asılı üç portre
vardır: Isaac Newton, Michael Faraday ve James C Maxwell. İlki, gökcisimlerinin
hareketiyle yeryüzündeki cisimlerin hareketini aynı potada eritip tek bir
kuramla açıklamayı başarmıştı. Diğerleri de elektrik, manyetizma ve optik
konularını tek bir çatıda topladılar. Einstein ise tüm fiziği tek bir kuramla
açıklamaya azmetmişti. Bilim insanlarının evreni anlama gayretleri, sonu
gelmeyen bir aydınlanma yolculuğu olarak hayatımızın her anında kendini
hissettirmeye devam ediyor.
1. Maxwell J C, “On Physical Lines of Force”, www.tandfonline.com/doi/abs/10.1080/14786431003659180
2. Maxwell J. C., “On Faraday's Lines of Force ”, web.archive.org/web/20101215085100/http://blazelabs.com/On%20Faraday%27s%20Lines%20of%20Force.pdf
3. Crease R. P., “The Great Equations: Breakthroughs in
Science from Pythagoras to Heisenberg”
W. W. Norton & Company, New York, 2008.
4. Rybak J. P., “Oliver Lodge: Almost the Father of Radio”, www.antiquewireless.org/uploads/1/6/1/2/16129770/48-oliver_lodge.pdf
Yorumlar
Yorum Gönder