Fizik Neden Güzel?
19. yüzyılın meşhur fizikçilerinden Heinrich Hertz,
Elektromanyetik kuramın babası James Clerk Maxwell’in denklemleri hakkındaki
duygularını şöyle ifade etmişti: “… bu denklemlerin bağımsız varlıkları ve
kendilerine has dehaları var. Öyle ki, kâşiflerinden bile daha bilgeler. Çünkü
bu denklemleri oluştururken elde ettiğimiz bilginin daha ötesini bu denklemleri
hayata uygulayarak öğrendik...” Çok zaman geçmemişti ki Einstein, Niels Bohr’un
atom modeli hakkında “düşünce küresinin en ulvî müzikalitesi” deyivermişti.
Sonraki yıllarda Richard Feynman, kendi evladı olan kuantum elektrodinamiğinden bahisle “Gerçekliği, güzelliğine ve sadeliğine bakarak idrak edebilirsiniz.”
demişti. Fizik yasalarına olan benzer hayranlık ifadelerini bugünün
fizikçilerinin ağzından da duyabilirsiniz.
Fiziğin güzelliğinin kökleri her şeyden önce yasalardaki
simetriye uzanır. Fizik yasalarındaki simetri, çok kesin, ancak yine de mistik
bir kavram olarak büyüsünü korur. Herhangi fiziksel bir sistemde yapılan köklü
değişikliklere rağmen, biçimde değişim olmamasına simetri diyoruz. Meselâ bir
çemberi olduğu yerde döndürseniz, çember üzerindeki her noktanın konumu değişir
ama çemberin görünür biçiminde hiçbir değişiklik olmaz. Çember şekli, dönme
hareketine göre simetrik deriz. Simetrik fizik yasaları farklı durumlara
uygulandığı durumda biçimsel olarak farklı sonuçlar elde etmezsiniz. Bütün doğa
uyum içinde sonuçlar verir. Einstein’ın özel görelilik kuramına göre, şu an
oturduğumuz yerde geçerli olan tüm fiziksel yasalar, sabit hızla hareket eden
herhangi bir referans sisteminde de aynen geçerlidir. Örneğin ışık hızının tüm
referans sistemlerinden bağımsız olarak sabit bir değeri var. Evrenin hangi
galaksisine gidersek gidelim, galaksi hangi hızla uzay boşluğunda akarsa aksın,
bildiğimiz tüm fizik yasaları aynen orada da geçerli olacaktır. Benzer şekilde evrenin var oluşundan itibaren hangi zaman dilimine gidersek gidelim,
gözleyeceğimiz fizik yasaları bugünkülerle aynı olacaktır. Sadece özel
görelilikte değil, fiziğin pek çok alanında simetri yasaları hâkim. Katıhal
fiziğinde sayısız kristal yapı pek çok simetrik durumla karşımıza çıkar.
Parçacık fiziğinde var olan simetrik düzen o kadar muhteşemdir ki,
keşiflerinden onlarca yıl önce pek çok parçacık bu simetrilerle
öngörülebilmişti.
Fiziğin güzelliğinin bir diğer kaynağı ise, fizik yasalarının
üretkenliği, -Frank Wilczek’in ifadesiyle,- coşkunluğudur. Bir elin parmakları
sayısı kadar az parametreyle yola çıksanız bile öyle hayret verici zenginlikte
sonuçlara ulaşırsınız ki; fiziğin çekirdeği olan tüm denklemleri bir A4
kâğıdına yazabilirsiniz de, onlardan üretilen bilgiyi sığdıracak bellekler
bulamazsınız. Hertz’in dediği gibi, bizim denklemlere katkı yaptığımızdan çok
daha fazlasını bize öğretirler.
Fizik yasalarının neden fevkalade sonuçlar doğurduğunu
sorgulamaya gelince iş bizim sınırlarımızı aşıyor gibi. Şöyle ki, bilgisayar
gücünün çok arttığı, yapay zekânın artık kendi bilincinde olan sanal varlıklar
geliştirebildiği farazi bir durum düşünelim. Yapay zekânın ürettiği bir Süper
Mario içinde bulunduğu sanal dünyayı analiz etmeye başlasa, bir takım
sentezlerden sonra ulaşacağı evren algısı şu olur: birbirine gevşekçe
iliştirilmiş, programcının paşa gönlüne göre oluşturduğu bir takım fiziksel(!)
yasalardan ibaret, ‘coşkunluğu’ veya simetrisi [bize göre] o kadar da
etkileyici olmayan bir dünya; bunun ardında programcının yetenekleri ve
[sınırlı] bilgeliği.
Bizim evrenimizde ise fizik yasaları kazara oluşmayacak kadar
güzel ve etkileyici geliyor bize. Tarih boyunca doğa harikalarıyla büyülenen
insanların zihninde, estetik anlayışı harikulade olan bir üst varlık tarafından
yaratılmış olma fikri tüm ağırlığıyla belirdi durdu. Tıpkı bizim sanal Süper
Mario’da olduğu gibi, akıllıca tasarlanmış bir dünyada yaşadığımız algısı hep
canlı kaldı. Fakat bu düşünce, gerçekleri açıklamakta kullanmak için çok müsrif
bir fikir. Eğer bilimin sınırlarında kalacaksak, daha çok veri elde edilmeli,
doğayı daha iyi anlamak için çabalanmalı.
Doğayı niçin güzel bulduğumuzun cevabı bir parça kendi
içimizdedir belki de. İnsanın yapısı gereği, kendini geliştirebildiği,
geleceğini net bir şekilde öngörebilmesini sağlayan, fayda elde ettiği
kavramlar insana güzel görünüyor. Bunlar, nörobiyolojik terimle, ödül
sistemimizi tetikleyen şeyler. Başarılı sonuçlara ulaştıkça ve dünyayı daha
kesin bir şekilde anladıkça öngörü yeteneğimizin arttığını fark ediyoruz.
Simetriye olan düşkünlüğümüz, doğayı sadelikle açıklamaktan öte nedir ki? Adını
kaos koyduğumuz teorilerde bile bulduğumuz birbirini tekrar eden fraktal
yapılar neden hoşumuza gidiyor?
Hâlâ gizemini koruyan şey ise, fizik yasalarının neden
‘anlaşılabilir’ olduğu. Güzellik ile anlaşılabilirlik arasındaki insanın içine
işleyen bağlantı, bugünkü bilimsel ilerlemenin önemli bir kaynağı. Daha küçüğe,
atomaltına indikçe ve daha büyüğe, kozmolojik sınırlara dayandıkça, bugünün
öncü temel fiziği gündelik deneyimlerimizin çok ötesine geçti. Deneysel
çalışmalar çok zor ve çok pahalı oldu. Üstelik araştırma sürecinde
açıklanamayan, karanlıkta kalan boşlukları doldurmak için sezgilerimiz yetersiz
kalıyor. Artık gözlemlerimiz ve deneylerimiz sonucu bilim üretmiyoruz. Süreç
tersten işliyor, önce şık denklemler yazıyor, birbirleriyle bağdaştırıyor ve
sonra deneyler yaparak elimizdeki denklemlerin doğruluğunu sınıyoruz. Eğer
anlaşılabilirliğine inanmasak ve bu anlaşılabilirliğin güzelliği bizi cezbetmese bilim ilerleyemez. Yakın geçmişte kuantum renk dinamiği için bu
yöntem çalıştı. Şimdi süper simetri veya zar kuramları ya da kuantum kütleçekimi gibi teorik
çalışmalar, test edilmeyi bekleyen onlarca öngörü ve hazırlanmış yüzlerce
denklem, yeni deney verilerini bekliyor.
Not: bu yazı büyük oranda Frank Wilczek'in "Why is Physics Beautiful?" yazısının çevirisidir.
Yorumlar
Yorum Gönder