Serendipity

Serendipity kelimesi, İngilizce'den tercümesi en zor olan kelimeler arasında gösterilen [1], hoş tınısıyla ve sempatik anlamıyla çoğu insanın en sevdiği sözcüklerden biridir. Anlamına gelince; dediğim gibi, çevirmesi gerçekten zor. Yavan sözlüklere bakınca çok kaba bir şekilde "tesadüf" olarak çevrildiğini görsek de, taşıdığı anlam buna biraz uzaktır. Yine sözlüklerde gezindiğimizde "hoş tesadüf", "beklenmedik anda gelen mutluluk verici kaza" gibi ifadelerle anlatılmaya çalışıldığını görürüz. Türk Dil Kurumundan ve farklı sözlüklerden "birbirine uyma, uygun gelme, zarif bir şekilde uyum içinde olma" ve "anlamlı, bilgece amaçlarla birbirine yakışma ve birbiriyle ilintili olma" anlamları verildiğini görürüz. 

Serendipity kavramı sanat eserlerinde de sıkça işlenen bir konu olagelmiştir. Popüler bir örnek vermek gerekirse, baş rollerinde John Cusack ve Kate Beckinsale'in oynadığı, 2001 yapımlı "Serendipity" isimli filmde bu kavram ustaca ele alınmış ve kelimenin İngilizce'de ne ifade ettiği sinema diliyle izah edilmiştir. Film her ne kadar klişelerle dolu olsa da; tesadüf görünümlü, fakat tesadüf demeye gönlümüzün el vermeyeceği garip rastlantıların hayatlarımızı ne denli etkileyebileceği konusu izlemeye değer.

Kelime etimolojik olarak ele alınırsa, eski bir Pers masalına dayanmaktadır. "Serendib'in Üç Şehzadesi" isimli masalda, şehzadelerin maceradan maceraya koşarken sürekli kazara bir şeyler keşfetmeleri ile mutluluğa bir şekilde yol bulmaları anlatılır. Bu masaldan esinlenen Horace Walpole isimli bir İngiliz sanat tarihçisi 1754 yılında bir mektubunda "serendipity" kelimesini kullanmış ve literatüre geçmesini sağlamıştır [2].



Söz konusu Bilim olunca, serendipity olarak sınıflandırılabilecek birçok icatla karşılaşırız. Bilim tarihi aslında bir serendipityler tarihi gibidir. O kadar ki Toronto Üniversitesi gibi son derece saygın bir eğitim kurumundan Psikolog Prof. Kevin Dunbar, bilimsel keşiflerin %30 ila %50'sinin "kazara" yapıldığını iddia edecek bir çalışma yayınlamıştır. Bu iddiaya bilim tarihinin en önemli isimlerinden biri olan Pasteur ta yıllar öncesinden, "Şans, (keşfe) hazır beyinlere gülümser" sözüyle bir manada destek olur. Yine bu konuda araştırmalar yapan ve bilimde pek çok "mutlu kaza" ile karşılaşan Psikolog A. Baumeister işin içinden çıkamaz ve şöyle der: "Bilim adamı şansı serendipity'ye dönüştürebilecek kadar ferasetli olmalıdır [3]."

"Mutlu kazalarla" ulaşılan keşifler adeta insanlık tarihini kökten değiştirmektedir. Mesela, milyonlarca insanın hayatını kurtaran ve dünya nüfusunun ciddi oranda artmasını sağlayan, sıtma ile savaşta son derece önemli bir moleküler yapıya sahip kinin maddesinin, Güney Afrikalı bir yerlinin, acı olduğu için zehirli zannedilen Kınakına ağacının kabuğunu yanlışlıkla yutması sonucu iyileşmeye başlamasıyla keşfedildiği anlatılır. Yine zamanının en sık görülen ve çekinilen hastalıklarından olan, ölümcül bela, çiçek hastalığının aşısı da enteresan bir rastlantı sonucu bulunmuştur. Çiçek hastalığına çare arayan Edward Jenner isimli bir araştırmacıya sütçü bir kız, ineklerden bulaşan ve Vaksen hastalığına yakalanan kişilerin çiçek hastalığına yakalanmadığını söyler. Bunun üzerine Jenner bir vaksen hastasının yaralarından örnekler alarak bir çocuğa enjekte eder (pek etik olmasa da bu 18. asırda dert edilmemiş anlaşılan). Çocuk beklendiği gibi vaksen hastası olur ama bu kolay atlatılan  bir hastalıktır. Bir kaç ay sonra Jenner aynı çocuğa çiçek hastalarının yaralarından enjekte eder ve çocuk hasta olmaz! Böylece modern aşının anafikri doğmuş olur.

X ışınları keşfinin hikayesi daha ilginçtir. W. Röntgen 1895'te katod ışınları üzerine bir deney yapıyordu. Vakum içinde iki levhaya elektrik verildiğinde levhalar arsında elektrik alandanetkilenen bir ışınım görünüyordu. Bu ışınımın cam tüpün dışına çıkıp çıkamayacağını araştırırken Röntgen katot ışınımından bambaşka özellikler gösteren tamamen farklı bir ışınım keşfetti. Bu ışınım bir çok maddenin içinden geçebiliyor, bazı elementler tarafından ise soğurulabiliyordu. Bugün tıp alanında vazgeçilmez bir yere sahip olan X-ışınlarının keşfi sayesinde 1901 yılında Röntgen'e ilk Fizik Nobel ödülü verilmişti. 

Başka bir örnek olarak, esir maddesinin keşfi için yapılan Michelson-Morley deneyini verebiliriz. Bu deney sonucunda o gün için varlığına kesin gözüyle bakılan esir maddesine dair en ufak bir ipucu bulunamamış, aksine, tüm evreni doldurduğu ve elektromanyetik dalgaların iletilmesini sağladığı iddia edilen esirin "olmadığı" hükmüne varılmıştı. Ters tepen bu deney sonucu ise bambaşka meyveler vererek Einstein'ın özel izafiyet teorisinin doğmasına öncülük etmişti.

İnsülin, penisilin, rahim kanseri teşhisi, otomobillerde kullanılan darbe gelince dağılmayan camlar, büyük patlama, mikrodalga fırın, teflon, naylon, japon yapıştırıcı, paslanmaz çelik, kalp pili, plastik, Rosetta kayası ve Pompei gibi arkeolojik keşifler vb. bir çok keşfin bu tür ilginç hikayesi vardır [4].

Ama tüm bu "mutlu rastlantıların" çocuğu olan keşiflere bakıldığında hemen hepsinde ortak olan bir şey var: çok ciddi bir arayış ve çok yoğun bir mesai. Sanki yanlış yöne doğru kürek çekiyor olsa bile bilim adamlarının gayretlerinin boşa gitmemesi için "serendipity"ler ile bir şekilde ödüllendirildiklerini görüyoruz.


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Havayı Temizleyen Bitkiler

Hızlı ve Etkin Okuma Teknikleri

Nötronlar Neden Serbest Haldeyken Kararsız ama Çekirdek İçinde Kararlıdırlar?